Yeşil Şehirler ve Kapitalizmin Yön Tayini


Her üretim, dağıtım ve birikim biçimi bir iktisadî modele yaslanırken, iktisadî modeli de biçimin kendisi belirler.

 

Orta Çağ boyunca siyasal, felsefî ve iktisadî sebeplerle gerçekleşen Haçlı Seferleri ile denizaşırı ticaret yaygınlaşmış, altın ve gümüş Batı’nın elinde birikmişti (Merkantilizm: 16. yy – 19. yy). Sermaye birikiminin gerçekleşmesi döneme uygun üretim şeklini yaratmış, ticarete yönelik tarım ve evsel üretim gelişmiştir. Böylece klasik anlamda ilk ücretli emek modeli ortaya çıkmış ve emek yoğun üretimin yaygınlaşması için/sayesinde nüfus artış politikası desteklenmiştir. Ticaretin gelişmesiyle biçim alan bu yeni ekonomik model; modern bankacılığın kurulmasına, yeni şehirlerin oluşmasına ve burjuvazinin tarihte sahne alacak olmasıyla modern kapitalizmin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

 

Modern kapitalizmin tarihi; salgın, kriz ve savaş gibi büyük altüst oluşların fırsata çevrilmesi ile doludur. Nüfus hareketleri, şehirlerin oluşum-dönüşüm vb. süreçleri, enerji ve gıda arzı, ticaret yollarının seyri, emek rejimi (ücret, çalışma saatleri vb.), sağlık politikaları gibi tüm sosyal, siyasal vd. durumların belirlenmesi kapitalizmin tarihi boyunca servet aktarımı ile ilişkilidir. Servet sahipleri ile nüfusun geri kalanı arasındaki gerilimler her dönemin kendi yöntemine göre şekillenmiş, bir sonraki altüst oluş gerçekleşene dek mekânın ve zamanın ruhuna uygun bir “denge” kurulmuştur. Denge; rantın, rekabetin ve daha kârlı yatırımın önünde bir engel işlevi görmeye başladığı zaman, düzenli olarak yapısal krizlerle bozulup bir başka denge oluşturulmuştur.

 

Kapitalizm, nereye?

 

Böylesi kapsamlı bir soruya yanıt vermek için kapitalizmin işleyiş yasalarına eğilmek ve krizlerin nasıl ortaya çıktığı ile onun sonuçlarını bir arada değerlendirmek gerekir. Yazının anlatımı gereğince, kapitalizmin yapısal krizlerinin gerçekleştiği dönemler ile tarihsel olayların kesişim kavşaklarını tek tek irdelemeyecek, kapitalizmin güncel politik ekonomi yönelimi ve yeşil dönüşüm kapsamında şehirlerin önemine değinmeye çalışacağız.

 

Modern kapitalizmden bahsederken; sermayenin organik bileşimi, ücretli emeğin sömürüsü ve birikimden, böylece kârların düşme eğilimine girerek kapitalist bir kriz yaşanacağından bahsediyoruz, demektir.

 

“Marx’ın kâr oranlarının düşme eğilimi kanunu, sermayenin organik bileşeninin artık değer oranından veya emeğin sömürülme düzeyinden daha hızlı artması durumunda kâr oranının düşeceğini söylüyor.”[1]

 

Kapitalistler, krizleri yönetebilme kabiliyetleri sayesinde sermayelerini bu dönemlerde katlar. Krizlere sebep olarak ise ekonomik işleyişin dışına işaret edilerek bir yanılsama yaratılır. Oysa her kriz beklenen şekliyle gelmiş ve genelde beklenen şekilde sonuçlanmıştır. Dönem şu iki soruyu sordurmaktadır:

 

1. Düzenin, genel dışı sonuçla (devrim tehdidi) karşılaşma olasılığının bertaraf edilmesi adına büyük, yeni bir hamleye mi (Neofeodalizm[2], Felaket Kapitalizmi[3]) hazırlanılmaktadır?

 

2. Kapitalizmin olağan krizlerinden birisi mi yaşanmaktadır?

 

Gelinen süreci değerlendirirken, düzenin çarkının döndüğü yer olan Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) toplantı ve raporlarına bakmak gerekiyor. WEF’in önemi, ülkeler ve yurttaşlarının siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik durumlarının doğrudan veya dolaylı olarak belirlenmesinde etki sahibi olmasındadır. Krizlerin burjuvaziye fırsatlar sunarken, yoksul sınıfların yıkıcı hamleleri için alt yapı oluşturduğunu tecrübeyle biliyoruz. Yalnız bununla da kalmayarak; düzensiz göçlere, çoğunluğun barınma-gıda-temiz suya ulaşamamasına ve nihayetinde, artı nispi nüfus denen, işgücü dışında kalmış bir topluluğa da yol açması kaçınılmazdır. Tüketimden ve üretimden yoksun kalmış bu çoğunluğun dizayn edilmesi ekonomik işleyiş açısından hep bir sorun olagelmiştir.[4]

 

Hâkim sınıf, teknolojinin (özellikle yapay zekâ, nesnelerin interneti ve blockchain) muazzam gelişimi sayesinde, sınıflı toplum tarihi boyunca var olan yukarıdaki sorunların [nihaî] çözümünü elde etmişçesine cüretkâr davranmaktadır. Geçmişte ücretli emekle birlikte modern kentlerin ortaya çıkması sonucunda nüfus artmış ve artan nüfusa devletlerin döneme göre çeşitli uygulamaları olmuştur (İrlanda’nın boşaltılması, Malthusçuluk, suçlu nüfusun kapatılması, zorunlu göçler, kitlesel katliamlar vb.). Yeni dönemin nüfus politikası ise ölçmektir. Yönetmek istedikleri şeyi önce ölçmeleri gerektiğini, devletlerin kadim tarihindeki kayıt sistemlerinden görebiliyoruz. Günümüzde ise nüfusu oluşturan herkesin verilerinin toplanması, onların yönetilmesi, tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesi, fikrî üretimlerin merkezîleşmesi, kültürel manipülasyon, evrensel temel gelir getirilmesi, evden çalıştırma, karanlık akıllı fabrikaların kurulması, gıda-enerji ve diğer kamu hizmetlerinin kısıtlanması vb. birçok meselenin kontrolü teknoloji ile mümkün hâle gelmiştir. İddianın kanıtı için, Covid-19 pandemisinde dijital teknoloji sahiplerine akan servete karşı milyarlarca insanın yoksullaşmasını ve günlük yaşam mesaisinin nasıl etkilendiğini hatırlamak kâfidir. WEF’in “Kapitalizmin Resetlenmesi”[5] hakkındaki çalışmalarına bakıldığında, pandemi ile birlikte –ve sonrasında da– bir ajanda dâhilinde programın kasti olarak yürütüldüğü ve ekonominin yavaşlatıldığı görülmektedir.

 

Pandeminin bitirilmesi, egemenlerin kapitalizmi resetleme amaçlarının bittiğini değil, birinci perdenin kendileri adına başarıyla sonuçlandığını gösteriyor. Kapitalizmin resetlenmesi birçok programın bir arada yürütüldüğü ama özünde egemen sınıfların daha kârlı yatırımlar için birbirini boğazladığı bir arena olarak işliyor. Uyum sağlayanın kazandığını, dev bir teknolojik ve finansal savaşın kurallarının yazıldığını görüyoruz. Çalışmamızın bu kısmı, genelden istisna hâllerini de gözeterek, kapitalizmin geçiş evresindeki model şehir yaratımları ve yeşil yeni düzenin uygulamalarını incelemeye çalışıyor.

 

Sayılı teknoloji devlerinin devletleştiği, devletlerin şirketleştirilmeye çalışıldığı, artı nispî nüfusun yoksullaştırılıp mülksüzleştirildiği, kişisel tüm verilerin ele geçirildiği, dijital para sistemi ile tüm ekonomik girdilerin kayıt altına alındığı ve nüfusun vatandaşlık puanı üzerinden düzene daha bağımlı hâle geldiği bir senaryo yazılıyor. Yani yukarıdaki iki sorunun cevabı birbirinin içinde işliyor: Kâr oranlarının düşmesi ile olağan krizlerden birinin yaşandığı ve elde edilen mutlak hâkimiyet (özellikle nüfus kontrol gücü) ile kapitalizmin yapısal işleyişinin değişimi…

 

“Herkes için yaşanılabilir şehirler” mi?

 

Kentlerin kapitalist birikimin biçimine göre model olma meselesi yeni değil. Kapitalist sömürü, özellikle sanayi toplumunun gelişim sürecinde kentlerdeki yaşamı sefil hâle getirmiştir. Köleliği aratan bir düzen gelişmiş, kıtlık ve salgın hastalıklar ortaya çıkmıştır. Sovyetlerin kurulması ile oluşan komünizm tehdidi, işçi sınıfının kentlerde bir yüzyıla yakın “göreli refah” içinde yaşamasını sağlamış, tehdidin kalkmasının hemen ardından kaşıkla verilen kepçeyle geri alınmıştır (90’lar sonrası neoliberal uygulamalar).

 

Kentlerin modernizasyon süreci (iktisadî, siyasal ve kültürel merkezler olması) kapitalizmin dönemsel ihtiyaçlarına göre şekil almıştır. Sefalet kentlerinden günümüz kentlerine doğru yol alışın geldiği nokta yeşil, sürdürülebilir şehirler mottosudur ve bu söylemin pratiğe dönüşmesinde WEF, Avrupa Kalkınma Bankası (EDRD), Dünya Bankası (WB) gibi kuruluşlar rol sahibidir. Dünya Bankası 2020 verilerine göre,[6] dünya nüfusunun yaklaşık %56’sı şehir merkezlerinde yaşamaktadır; bu oran AB ülkelerinde %77 iken, ülkemizde de %76’dır (TÜİK bu oranı %93 olarak açıklamıştır). Yeni mottonun temel iddiası, kentleşmeyle birlikte, temel hizmetlere (sağlık, gıda, enerji, temiz su, ulaşım, eğitim) erişimde sorunlar yaşandığı ve yaşam kalitesinin düşmekte olduğudur. Ayrıca, tüm bu hizmetlerin sunumundaki temel girdi ve çıktıların aşırı karbon salınımına neden olarak iklim krizine yol açtığı ve yeryüzünün yaşanmaz hâle geleceğidir. Ama kapitalizm tarihi bizlere şunu açıkça öğretmiştir: Eğer bir yerde motto varsa, orada piyasa kurulmuştur. Geçmişte kapitalist piyasanın gelişmesi ve düzenin devamı için kentlerin büyümesi nasıl gerekli idiyse, şimdi kentleri oluşturan nüfusun tüm hareketlerinin ölçülerek yönetilmesi gereklidir. Nüfus hareketleri, ilgili coğrafyadaki popülasyonun üretim (tüm girdiler), tüketim (gıda, enerji), mülk edinim (konut, taşıt vd.) ve göç unsurlarının tamamını içerir. Kapitalistler el koydukları artı değeri hiçbir zaman –zorunlu dönemler haricinde– nüfusun “refahı” adına paylaşmaktan memnun olmamışlardır. Şimdi –diğer krizlerde de olduğu gibi– daha kârlı yatırımların fırsatı doğmuştur ve bunun için yeşil, sürdürülebilir şehirler gereklidir.

 

Sürdürülebilirlik

 

Kavram yeni olmamakla birlikte; kârın tek amaç olmadığı, devamlılığı olan, düzen için daha az yıkıcı tehdit içeren ve yaratılmaya çalışılan yeni ekonomik modelin (döngüsel ekonomik model)[7] bir parçası olarak yeni döneme çağırılıyor. Açacak olursak, işçilik maliyetlerinin kâr oranlarının düşmesi üzerindeki etkisi kaçınılmazdır. Tüm dünyada ekonomi yavaşlatılıp, yeni düzene geçiş için çeşitli uygulamalar ortaya konmuş, Türkiye ise jeopolitik konumunu sayesinde Avrupa’nın yeni üretim üssü olma arzusuyla nev-î şahsına münhasır bir rol üstlenmiştir. Örnekle, “göçmen emeği”, yeni modele geçişte işçi maliyetlerini kısmanın önemli bir ayağını oluşturmuştur (Rusya-Ukrayna Savaşı ile birlikte AB’nin Ukraynalı göçmenler üzerinden benzer yolu izlemesi muhtemeldir). Sürdürülebilirlik kavramı, Davos bileşenlerinin, “Paydaş Kapitalizmi”[8] rüyası içindeki son dönem serabıdır ve bu kavramın yeşil şehirlerin finansmanıyla birlikte düşünülmesi önem arz etmektedir. Kapitalistler döngüsel ekonomiye doğru yönelirken, onunla ilgili yatırımlara (Yeşil Şehirler Programı[9], Sürdürülebilir Şehirler[10]) hız vermektedir.

 

Bu modelin olmazsa olmazı, nüfus hareketlerinin ölçülerek yönetildiği Yeşil-Sürdürülebilir Kentler yaratmaktır. İklim değişikliği ise (İklim Krizi) hâkim paradigma olarak işlemektedir. Şehirlerin, “yeşil-kapsayıcı-herkes için yaşanabilir” hâlde ve sürekli inovasyon-yoğun teknoloji ile sermaye piyasalarının gelişmesinde başat unsur olması beklenmektedir. Kentlerin kapitalizmin tarihsel kesitlerindeki önemli rolü, şimdi kapitalizmin resetlenmesi ajandasıyla birlikte bir kez daha açığa çıkmaktadır. Onlarca ülke ve şehirden, her gün bir yenisinin dâhil edildiği yatırım programına[11]; ülkemizde de İstanbul, İzmir ve Ankara gibi metropol şehirlerin arasından Gaziantep ilinin bir model olmasının nedeni önceki yazılarda  anlatılmaya çalışıldı. Gaziantep, yeşil şehirler ile sermaye piyasalarının geliştirilmesi, nüfus kontrolü, ucuz emeğin merkezi olması ve karakteristik belediye başkanıyla yeni ekonomik modelin parlayan yıldızı olmak için tüm unsurları bünyesinde barındırmaktadır. Gaziantep şehrini projelerin merkezi olarak pazarlayan Şahin’in acemi takipçileri İstanbul[12], Ankara[13], İzmir[14] vd. büyükşehir başkanlarıdır.

 

Çerçevesi Davos Zirvelerinde çizilmiş, EBRD-WB gibi kurumların finansal desteğiyle hayata geçirilmesi istenen projeler için sıraya girenlerin, yukarıda bahsedilen Kapitalizmin Resetlenmesi ajandasının birer parçası oldukları gerçeği ile karşı karşıyayız. Toplum, sağlıkla ilgili olmayan kararlarla (kapama-zorunlu aşılama-kodlama) “halk sağlığını tehdit” gerekçesi öne sürülerek yeni döneme alıştırıldı. Eşzamanlı olarak, çevre ile ilgisi olmayan kararlarla (karbon ayak izi ölçme, enerji arzının kısıtlanması gibi) iklim krizinin sebebi toplumun (nüfusun) kendisiymiş gibi bir illüzyon yaratılıyor. Sırada gıda krizi, su krizi gibi yapay söylemlerle halkı suçlu ve sorumlu ilân etme arzusu var. Bu mesele, kentlerde cereyan eden uzun soluklu sınıflar savaşımının bir parçasıdır ve Gaziantep bir model olarak gözümüzün önünde durmaktadır.

 

Burak Şerif

Haziran 2022

 

Dipnotlar:

[1] Michael Roberts, “Yeni ve Önemli Bir Kanıt Olarak Dünyadaki Kâr Oranları”, 22 Ocak 2022, Sosyalizm.org.

 

[2] Jodi Dean, “Neofeodalizm: Kapitalizmin Sonu mu?”, 12 Mayıs 2020, İştirakî.

 

[3] Efe Can Gürcan ve Ömer Ersin Kahraman, “Tarihsel Perspektiften COVID-19: Felaket Kapitalizmi Korku Güdümlü Bir Dünya Düzenini Nasıl Üretir?” BRIQ, Cilt 1, Sayı 3, Yaz 2020, BRIQ.

 

[4] Onur Şahinkaya, “Siyasal Yönetimin Ana Durakları: Devlet Sorununda Neden Yanılıyoruz?”, 20 Haziran 2022, Sosyalizm.org.

 

[5] “The World Economic Forum is starting The Great Reset initiative”, 24 Eylül 2020, WEF.

 

[6] “Urban population (% of total population)”, World Bank.

 

[7] Circular Economy, WEF.

 

[8] “What is stakeholder capitalism?”, WEF.

 

[9] Yeşil Şehirler, EBRD.

 

[10] Sürdürülebilir Şehirler, WRI.

 

[11] Become A Green City (Yeşil Bir Şehir Ol), EBRD.

 

[12] “İstanbul, EBRD’nin ‘Yeşil Şehir’ programına katıldı”, 3 Mayıs 2021, Dünya.

 

[13] “Ankara Büyükşehir Belediyesi, EBRD Green Cities programı kapsamında hazırlanacak olan ‘Ankara Yeşil Şehir Eylem Planı’nı kamuoyuyla paylaştı”, 2 Aralık 2021, GraffitiHaber.

 

[14] “İzmir’in ‘Yeşil Eylem Planı’ açıklandı”, 19 Mart 2021, BirGün.