Loading...

Zombİncel


“Bize göre komünizm ne yaratılması gereken bir durum ne de gerçeğin ona uydurulmak zorunda olacağı bir ülküdür. Biz, bugünkü duruma son verecek gerçek harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları şu anda var olan öncüllerden doğarlar.”[1]

 

Hayat

Tarih, büyük devrim kalkışmaları öncesinde halkın huzursuzluklarıyla doludur. Geçmiş tarihlerde iktidarlar, avam içi kapışmaları bazen izlemiş ve kontrollü izin vermiş, kontrolden çıkmaya başladığı anda ise müdahale etmiştir. Eskinin müdahale araçları doğrudan fiziksel/somut olurken, günümüzde daha çok zihinsel/soyut olarak gerçekleşmektedir. Bugünün idarelerinin izin, kontrol ve müdahale aracı olarak sosyal medya araçları, aynı zamanda bir yönlendirme aracı olarak iş görmektedir. Hayatın sıradan akışında veriler işlenerek her yaş, cins ve kültüre göre yönlendirme yapılmakta, irade teslim alınmaktadır. Türkiye’de başkanlık sistemine geçildikten sonra, 24 Temmuz 2018’de İletişim Başkanlığı kurulmasını; izleme, müdahale etme ve yönlendirme işinin merkezîleşmesi olarak görebiliriz.

“Nasıl bir döneme denk geldik?”

Cevaben, “Bu sorunun çokça sorulduğu bir döneme denk geldik,” denebilir.

Çokça soruyor, zira korkuyoruz. Her akşam “şov haberlerde” türlü vakalara zorla tanık oluyoruz. Kuşatma, TV ekranlarını çoktan aşmış durumda. Sosyal medya araçlarıyla gelişen “ifade serbestliği” sayesinde, doğrudan ve dolaylı şiddetin altında infiale kapılıyoruz. Her gün zihinsel olarak halkın ırzına geçiliyor ve idarenin meşruiyeti adına kasıtlı olarak buna şahit tutuluyoruz. Komşu sohbetleri yerini güvensizliğe, vesveseye, içe kapanmaya ve ötekini kınamaya bırakıyor. “Bu bela bizim başımıza gelmedi,” diye şükredip, filancanın girdiği çikolata kuyruğunu seyrederek, huşu içinde kalkacağımız sabaha yatıyoruz. Toplumun kaderini yoksulluk belirliyor. Halka pompalanan iki temel unsur var: Birincisi yoksulluğun, yoksullaşmanın sebebinin “kendisi” olduğu ve umudu elden bırakmaması gerektiği; ikincisi belirsizlik ve korkuya mahkûm hâlde, piyasa ekonomisinin “özgür köleleri” olarak yaşamanın o kadar da kötü olmadığı.

Her dakika, saat ve gün zihinlerimizin sıkıştırıldığı bu cenderede en büyük hedef ise 15-25 yaş arası gençler oluyor. Her şehre üniversite açmak, Batı’ya angaje olmanın bu topraklardaki bir yansıması. Hem idarenin hem de sermayenin işine gelen bu “ayrıcalıklı durum”, gençlerin somut hayatla tanışmasını geciktirip, yeteneğine/yönelimlerine göre meslek edinmesine engel olmakla birlikte, tam tersinden, sermayenin “niteliksiz/ucuz emek iş gücü ihtiyacı için bir olanak kapısı hâline de geliyor. Kırsalın kültürünü üniversitelerle kuşatıyor, velilerin üç kuruşluk kazancını çocukları üzerinden sömürüyorlar. Bahsi geçen Batı angajmanı, Türkiye için aynı zamanda bir nüfus kontrol mekanizmasını da işletiyor. 25 yaşlarında, mezun olduğu bölümle ilişkili meslek edinememe garantili yüzbinlerce gencin, hayatla gerçek bir bağ kurması nasıl mümkün olabilir? Burada devreye “kolay yoldan para kazanma imkânları” bizzat idare tarafından sokuluyor; kumar, dolandırıcılık, fuhuş, uyuşturucu, mafya ile ilişkilenme ya da “şanslı” olanın Avrupa ülkelerine kapak atması ve ABD’ye göç etmesi ile izleyen bir süreç işletiliyor. Göstermelik yasa dışı kumar operasyonları ile Demirören sermayesinin “yasal kumarhanesi”ne ve gelecekte devletin benzer şekilde işlettireceği mobil uygulamalara yönlendirme yapılıyor. Uyuşturucu operasyonları da benzer şekilde, kontrol dışı ticaretin önüne geçmek ve işin merkezîleştirilmesi için yapılıyor. Fuhşa yalnız büyük kentlerde değil, Anadolu coğrafyasının hemen her yerinde günlük kiralık evler modeliyle izin veriliyor. Mafya, yine kasten, merkezden çevreye doğru genişleyen bir yapıyla yeniden dizayn ediliyor. Tasfiye edilenin yerine yenileri getiriliyor. “Cezasızlık” algısı kasıtlı oluşturuluyor. Diziler, popüler video içerikleri ve günün müziği bu unsurlara göre ürettiriliyor ve yaygınlaşması sağlanıyor. Son dönemde mafya-uyuşturucu-pavyon-rap müzik içerikli dizi ve yayınların artması tesadüf değil. Devlet ve sermaye, geçmişten örnek alarak, sınıf çatışması öncesi avamı dizayn ederek toplum içinde çatışma/ikilik yaratıyor.

İktisat ve Şiddet

Modern çağa geçiş ile piyasa ekonomisinin gelişimi birbirinden bağımsız düşünülemez. Sosyalizmin yerine pazarlanan Modern Avrupa rüyası ve “Özerk Avrupa” inşası bir hayal ürünüdür. Özellikle ABD-Avrupa merkezli piyasa ekonomisi mantığı “serbestiyet”e değil, disiplinli ve stratejik bir inşaya dayanır. Sosyalizm sonrası Avrupa ile periferisindeki toplumların dönüşümünü anlarken, kapitalist işleyişin yasalarına odaklanmak gerekir. Bu anlamda, vahşi kapitalizmin merkezi olan ABD ve onun yaşam tarzı, Avrupa halklarını zombileştirmekte; diğer dünya ülke ve halklarını da etkisi altına almaktadır. Kültürel ve felsefî işgal, emperyalizmin klasik işgal yöntemlerinin yerini çoktan almış durumdadır.

Kapitalizm, en basit tabirle sermaye birikimi rejimidir ve her yeni sermaye birikimi yeni bir toplumsal düzen yaratırken, yeni toplumsal düzenin de yine sermaye birikimini beslemesi beklenir. İklim yasaları, mülksüzleştirme, ailenin iğdiş edilmesi, emek-sanat-felsefe üretiminden yoksun kitlelerin yaratımı, köksüzleştirme, yurtsuzlaştırma, dinsizleştirme (agnostisizm, nihilizm), ideolojisizleştirme, duyarsızlaştırma, ahlâk ve değer kavramlarının yok edilmesi, uyuşturucunun yasallaşması; Türkiye gibi ülkelerde ek olarak ucuz emeğe dayalı göç politikaları, sokağın mafyalaşması, şiddetin olağanlaşması, adaletsizlik, başıboş köpekler, artan yoksulluk ve çaresizlik gibi unsurlarla toplumların yeni bir dizaynı söz konusu. Yaşadığımız coğrafyaya denk düşen şey, önceki çalışmalarımızda da değindiğimiz dönüşümlerin en saldırgan olanıdır. Çünkü jeopolitik olarak Anadolu coğrafyası, bağrında devrimci dönüşümleri hâlâ taşımaktadır. Bu coğrafyada kırılgan, sıkışmış ve düzensiz bir ulus istenmekte, toplum âdeta bir laboratuvar olarak kullanılmaktadır. Halkımız, deyim yerinde ise “kaderine terk edilmiş” hissi uyandıran ama plânlı bir inşa sürecinden geçmektedir. Ne yapacağını bilememe, yeni gelen dönemi kavrayamamakla ilgilidir ve başta sorulan soruyu sordurmaktadır: “Nasıl bir döneme denk geldik?”

Toplumsal huzursuzlukların yakın tarihteki en büyük sonucunu 1848 devrimlerinin gerçekleşmiş olmasında görürüz. 1. Sanayi Devrimi sonrasındaki siyasal ve toplumsal yapılardaki dönüşümler, avamın iç çatışmalarını yoğunlaştırmış ve 1848 devrimlerine giden yolu aralamıştır. İç çatışmaların kültürel, felsefî ve iktisadî olarak, sınıfsal öfke ve iktidar talebine dönüşmesi ile Avrupa’da birçok devrim gerçekleşmiştir. 4. Sanayi Devrimi’nin yaşanmakta olduğu bu dönemdeki “huzursuzluklar” ile 1. Sanayi Devrimi’ndeki iç ayaklanmalar birbiriyle benzeştirilebilir. Temel fark, imparatorluklar 18. ve 19.yy’da halkın kurduğu barikatlara askerî birlikler gönderirken, 21.yy iktidarlarının sınıf şiddetini, kolluk gücünden ziyade, başka araçları etkinleştirerek yapmasıdır. Ülkeden ülkeye ve konudan konuya değişmekle birlikte ifade özgürlüğü temel şiddet araçlarından birisi hâline gelmiştir. Her şeyin teşhir edilebildiği ama gerçek fikirlere kota koyulduğu platformlar ağından bahsediyoruz. “Katil İsrail” demek sansürlenirken, woke kültürü ve beden teşhirciliği tamamen serbest bırakılabiliyor. Discord, Telegram, Tiktok vb. platformlar iktidarların halk üzerindeki deney ve çatışma sahası.

“İktidarla şiddet arasındaki yakınlığa rağmen aralarında yapısal bir fark bulunur. Tam da iktidarın simgesel boyutu, şiddet kullanmadan hükmetmeyi mümkün kılacaktır. İktidar ne kadar refleks öncesi rıza üretmeyi başarırsa açık şiddete de o kadar az ihtiyaç duyacaktır. Buna karşın rızayı habitus hâline getirmeyi, otomatiğe bağlamayı sağlayan simgesel araçlardan yoksunsa, iktidarını sürdürmek için bir o kadar şiddet ve zor uygulaması gerekecektir.”[2]

***

Yığınların yoksullaştırılmasının en kristalize hâlini enflasyon saldırısı dönemlerinde görürüz. Dünyada ve yurtta gelmekte olanı kavrayan, kavrasa da gerekli mücadeleyi verebilecek bir özne kalmamıştır. Özne iddiası taşıyan ya da muhalefet gibi görünenlerin bu dönemki yoksullaştırma operasyonuna geçmişteki gibi; vandalizm, anarşizm, iç savaş, fabrika işgalleri, grevler, halk ayaklanmaları ile karşı gelmelerinin imkânı yoktur. Muhalifin foncusu, fonsuzu yoksullaştırmaya karşı mücadele vermek yerine hep bir ağızdan;

–kimlik siyaseti,

–seçimler,

–sendikalizm,

–yeşil dönüşüm,

–karbon vergisi,

–mülksüzleştirme

talep ediyor. Hepsini de daha fazla özgürlük adına istiyor. Köleye özgürlük istenirken, onu ancak yeni döneme rıza göstererek elde edilebileceği söyleniyor. Farkında olarak yapanlar emperyalizme gönüllü uşaklık ederken, farkında olmayanlar halka objektif düşmanlık ediyor. Muhalefetin özgürlük talebi, neoliberal iktidar talebi hâline geliyor.

Kapitalizmin çok yönlü yoksullaştırma operasyonu avam içi çatışma yaratmaktadır. “Muhalefet”, politik ekonominin bu çok yönlü şiddetine, halkın birinci derdi olan ekmek kavgası dışındaki her türlü talebiyle çanak tutup, destek olmakta, bunu sosyal medya araçları üzerinden cisimleştirmektedir. Halka düşman, iktidara dost olan sosyal medya araçları;

–Her şeyi ticarî birer nesneye indirgeyerek iktisadî şiddeti görünür olmaktan çıkarmakta,

–Bağlamları olmayan –öylesine– şiddeti yayarak halkı günlük şiddete karşı duyarsızlaştırmakta,

–Tüm vakalarda gerçek/sahte algısı yaratıp, ortak dert ve fikirleri bireylerin bencil –özerk– alanlarında boğup, hakikati hiçleştirerek yalan ve kopyalanmış içeriklerle fikrî şiddet uygulamakta,

–Salt görünür olmayı var olmakla eşitleyip, beğenilmeyi olumlayarak, eksikliği –özü– zorbaca boğarak, eleştiriyi ortadan kaldırarak teşhirciliğe sevk etmekte,

–Çeşitlilik ve farklılık görüntüsü/arayışı altında hizaya sokarak, yönetimin talebini halkın talebiymiş gibi yutturarak, suçu örgütleyerek, idarenin suçtan öğrenmesini ve istihbarat ağını yaratmasını sağlayarak iktidarı yeniden üretmektedir.

Sosyalizm mücadelesi verenler, halkı zombileştirmek için idare eliyle yaygınlaştırılan medya araçlarını, halkın yararına kullanılacak fonksiyonel bir araç hâline getirmenin yollarını aramak ve alternatif üretmek zorundadır. Buharlı makinelerin, elektrikli araçların reddi nasıl mümkün değildi ise çağın kaçınılmaz dönüşüm aracı olan interneti reddetmek mümkün değil. Nesnelerin interneti, yapay zekâ, veri işlemciliği ve siber güvenlik gibi alanlara hâkim devrimci bir neslin yetiştirilmesi elzemdir. Sol, iktidardan daha fazla özgürlük alanı ve daha fazla sosyal medya aracı talep etmek yerine, internet ve onun gereçlerine spesifik bir saha olarak yaklaşmalı ve halkın lehine kullanılacak bir araç hâline getirmenin yollarını bulmalıdır.

Seri Katil-İncel

“Lacan’la aralarındaki otuz yıllık mesafeden yararlanan bazı psikanalistlere göre, kendi arzusuna uygunsuz şeye maruz kalan nevrozlu kişiyi niteleyen hayal kırıklığının yerini, hayali bir ‘eksiksiz haz’ yanılsaması üzerinde temellenen nesneyle sapkın ilişkinin aldığı bir evrene girmiş oluyoruz. Her şey birbirine denktir, birbirine tahvil edilebilir ve pazarlık konusu edilebilir. Fakat mümkün görünse de her şey kuşku vericidir, şüphelidir çünkü bu noktadaki kişi için hiçbir şey bir yasa teşkil etmez. Her şeyi ticarî bir meseleye dönüştürmek ya da ihlâli sürekli savunma eğilimini yeni norm hâline getirmek, bu genel denkliğin işaretlerinden bazılarıdır. Charles Melman, doğrudan manipüle edici çalışma sapkınlığını engelleyen bütün ifadelerin tartışma konusu edilmesinin, günümüzde, ‘beslenmek için utangaçlıklardan, hayâdan, ahlâkî engellerden, yasalardan kopmaya ihtiyaç duyan; böylelikle bağımlılık yaratıcı ve sınırsız, eksiksiz hazza susamış tüketiciler nüfusu yaratmayı amaçlayan’ ekonomik genişlemeyle nasıl bir bağı olduğunu gösterdi. İdealin zayıflaması, arzuyu hemcinslerinin sahip oldukları mallara duyulan basit imrenme içinde, Hobbes’un kendi döneminin toplumunun işareti olarak belirttiği bu plonexia içinde yok eder. Fakat, insan varlığı ticarî nesnelere bağımlılığa bağlandığı ölçüde, kendisi de ancak iktisat alanında ürettiğiyle değer kazanan bir nesne olmaya yönelir; dolayısıyla, ‘performans’ını yitirip kullanım dışı kaldığında ıskartaya çıkaracak bir nesne olur.”[3]

Erkeğin kadından evvel hemcinsine karşı hiyerarşik üstünlük kurmasını, ilkel insan topluluklarında “cinsel seçilim ilkesi” olarak gözlemliyoruz. Modern toplumlarda bu en ilkel dürtünün şiddetle, iktidar olmakla, serbest piyasa ekonomisi ve onun toplumun üstündeki baskı araçları ile ilişkisine eğildiğimizde ortaya oldukça karmaşık sonuçlar çıkmaktadır.

Son dönemin popüler tartışma başlıklarından biri olan, seri katil ve incel gibi kavramlar bu coğrafya ile ne kadar örtüşmekte ve her iki kavramın iktisadî alt yapısı ne kadar tartışılmaktadır?

Seri katillik tarih boyu hemen her coğrafyada görülmüş, çeşitli nedenlere ve varsayımlara dayandırılmıştır. Genelde psikolojik bozuklukla açıklanmaya çalışılsa da felsefî ve iktisadî bir başkaldırışın yanlış hedefe (avama) yönlenmesi olarak tanımlayabiliriz. Biyolojik ve kültürel antropolojinin yardımıyla detaylandırabileceğimiz bu önerme başka bir yazının konusudur. Söylenmeye çalışılan, bu kişilerin veya toplulukların potansiyel –biyolojik– şiddet eğiliminin (istisnaları olmakla birlikte), varoluş çabası hâlinde, tarih boyu çeşitli gruplara yöneldiğidir. Yazının başında belirtilen toplumsal karmaşa ve sınıfsal çatışmanın çokça yaşandığı bir dönemi işaretlemekte fayda var: Seri katilliğin Ortaçağ Avrupası’nda artışa geçerek, kapitalizmin tarihi boyunca, nicel olarak tırmanışa geçmesi tam da iddia edilen önermeyi doğrular niteliktedir.

Günümüzde, özellikle coğrafyamızda yaşanan seri cinayetler* büyük değişimler öncesi avamın kendi içindeki sınıfsal çekişmesinin bir çıktısını andırıyor. İsyanın (her türlü iktidara; zengine, güçlüye, ezene, daha çekici olana ya da zımnen iktidar gördüğü; kadınlar, zayıflar, engelliler, hatta yoksullara karşı isyan) sapkın bir biçiminin dışa vurumu olarak seri katillik, sosyal medyanın yankı odalarında kendisini incellik olarak makyajlayabiliyor. Sorun şu ki, bazen salt nefret ve kaba şiddet, bazen cinayetlerle kendini gösteren incellik, karşı cinsle olan münasebetsizliğe indirgeniyor. Aşırı ideolojilere yaslandığı ve feminizm düşmanlığına dayandığı kasten köpürtülüyor. Hem katil hem maktul olabileceklerine asla bakılmıyor. Kadın hipergamisi gereği dışlanmış hisseden bir grubun sabitlenmesi, kavramsallaşması isteniyor. Toplumdan, somut hayattan, aile ilişkilerinden koptukça sosyal medyaya yönelim artıyor; sosyal medyaya yöneldikçe de iyiden iyiye tüm köklerden kopuk bireyler dünyası gelişiyor. “Kendi gibi olanı bulma”, “bir gruba ait olma”, “ortak ideoloji etrafında kümelenme” gibi insan doğasına ait olan unsurlar sosyal medya gruplarında soyut, sınırsız ve sorumsuz bir vaziyette yürüyor. Yalnız incel gibi gruplar değil, aklımızın doğal sınırlarını zorlayacak biçimde, insanlık adına muhafaza edilen dünyevî ve ruhanî ne varsa parçalayan enva-i çeşit oluşumlar gelişiyor. Sosyal medyanın ve etkileşim araçlarının sınır tanımazlığıyla hareket eden inceller, aslında önceden tahmin edilebilen davranışlarının yönlendirilmiş olabileceğini bilmiyor. “Tanımadığı sınırla” tüm verilerinin yedeklendiğini göremiyor.

“Bugün dijital psikopolitika çağına doğru geçiyoruz. Bu siyaset pasif gözetlemeden aktif yönlendirmeye doğru ilerliyor. Bu da bizi özgürlüğün yeni bir krizine itiyor. Artık bizzat özgür iradedir bundan etkilenen. Big Data toplumsal iletişimin dinamiklerine ilişkin kapsamlı bilgi edinmeye olanak sağlayan çok etkili bir psikopolitik araçtır. Bu bilgi, insan ruhuna nüfuz etme ve onu düşünce öncesi düzeyde etkilemeyi kılan bir iktidar bilgisidir.”[4]

***

Chuck Palahniuk’un (Kendisi de aile içi bir dizi cinayete tanıklık etmiş ve şiddetten geçmiştir) meşhur romanından, David Fincher tarafından filme aktarılan Fight Club [Dövüş Kulübü] (1999) filmi ile Wachowski Kardeşler tarafından yazılıp yönetilen Matrix (1999) filminin inceller tarafından en çok sahiplenilen filmler olması gayet anlaşılır bir durumdur. Matrix’in ilk serisindeki meşhur mavi-kırmızı hap sahnesindeki mavi hapı tercih etmek gerçeklerden kaçışı, kırmızı hap ise geri dönüşü olmayan bir gerçek [hakikat] kavrayışını temsil eder. İnceller için metaforik olarak kırmızı hapı seçmek, kadın düşmanlığı üzerinden bir temsiliyeti çağrıştırır. Dövüş Kulübü’nde ise tüketim çağının (piyasa ekonomisinin) yarattığı ve yalnızlaşan, öteki hâline getirilen yeni tip erkeklerin kapitalizme anarşi yoluyla (gizli bir dövüş kulübü kurarak) karşılık vermesi işlenir. Ancak türlü nedenlerle, gerçek hayatla bağını yitirmiş ya da hiç kuramamış grupların, bu iki filmden kapitalizme karşı bir mücadele anlayışı çıkarmak yerine, nefretlerini kadınların kendilerini tercih etmemesi üzerinden, karşı cins ya da başka hedeflere yöneltmelerini görüyoruz. Bu yönelmelerin sebeplerinde ince bir yönlendirme (yapay zekâ ile veri işlemciliği, eğilimli olana ulaşma, eğilim oluşturma) aramak gerekiyor.

“Biz televizyon izleyerek, milyonerler, sinema tanrıları, rock yıldızları olacağımıza inanarak büyüdük ama olamayacağız. Hepimiz heba oluyoruz. Bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor ya da beyaz yakalı köle olmuş. Reklâmlar yüzünden araba ve kıyafet peşindeyiz. Nefret ettiğimiz işlerde çalışıyor, gereksiz şeyler alıyoruz. Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Bir amacımız yok; ne büyük savaş ne de büyük buhran yaşadık. Bizim savaşımız ruhanî savaş. Ve bunalımımız kendi hayatlarımız…” [Dövüş Kulübü’nden bir alıntı]

Henüz zombileştirme operasyonu ve sosyal medya araçlarının bu kadar etkili olmadığı 2000’li yılların başında bu filmleri izleyenler, filmlerdeki felsefeyi, şiddeti ve distopik dünyayı yorumlamaya çalışmış ancak öteki olmayı, avam içi çatışmanın bir öznesi olmaya bükememişlerdir. Şimdi incel denilen gençlerin bu filmleri amentü belleyip, düzenin bir parçası hâline gelmelerine şahitlik etmekteyiz. Çünkü onlar, yukarıda da bahsedildiği üzere, yaşanmakta olan sınıf çatışmasının hem hedefi hem de silâhıdırlar. Örgütsüz isyanlarına adres aramakta ve maalesef halkın canına kastetmektedirler.

Sahipsizlik

–Kendisini İncel olarak kategorize eden veya benzer dil ve davranışları içselleştiren gençlerin, şiddeti ve isyanı yanlış yere, hatalı biçimde yönlendirdikleri,

–Müsebbibinin iktidar ve onun şiddet aracı hâline gelmiş sosyal medya araçları olduğu,

–İçinden geçtiğimiz kapitalist dönüşüme rıza üretiminin sağlanması ve devrim olanaklarının bastırılması adına halkın kasti olarak zombileştirildiği,

–En alt sınıfların (avamın) örgütsüz isyanının seri katil, incel gibi bağlamlarından kopuk kavramlara indirgenmemesi; bu meselenin psikoloji, sosyoloji ve antropolojiyle açıklanmaya çalışılmadan evvel sınıfsal ve politik ekonomi ile bağlarına bakılmasına gerektiği ve

–Her gün kasıtlı biçimde önümüze sergilenen türlü cinayetlerle halkın hem doğrudan hem de dolaylı şiddete mahrum bırakıldığını ortadadır.

Sonuç olarak;

Sınırsız bir dünya yaratımı her şeyin ticarî bir nesneye dönüştürülmesi ile ilgilidir. Sınırsızlık/özgürlük/yasa tanımazlık/kuralsızlık/bireycilik/toplum-millet-din düşmanlığı/hazcılık/nihilizm vb. argümanlar, piyasa ilişkilerinin bir çıktısı olarak damarlarımızda dolaşmaktadır. Toplum bir “sahibe” ihtiyaç duymaktadır. Muhalefetinden iktidarına, sözüm ona sol yapılardan dinî cemaatlerine kadar hemen hepsi bu sınırsızlık yaratımının çıktılarına cezb olmuşlardır.

Sokakla bağı kesilen, toplumsallaşmayan, tecrit edilmiş ve gizli kapılar ardında ilişkilenen yüzbinlerce gencin nefretini halka kusmasını engelleyecek devrimci öznelere ihtiyaç vardır. Sadece gençler değil, halkın kendisi biçare hâldedir ve bir çıkış aramaktadır. Devrimcilerin sokaktan, işçiden, halktan kopması; halkın ve özellikle gençlerin sahipsiz, tekil, bencil birer zombiye dönüşmesine zemin sağlamıştır.

Kurtuluş, yeniden ailenin örgütlenmesinde, eski tip mahalle çalışmaları yapmakta, halk meclisleri kurmakta; halkın evlatları olarak halkın hizmetine girmekte ve devrimci bir yarılma yaratmaktan geçmektedir. Örgütsüz olan şiddetle mücadele etmeyi, incel avcılığına soyunan Özdağcı-Pekerci gibi çetelerin insafına bırakmamak, şiddetin sebebini tespit etmek ve yüzyıllardır namusumuzla taşıdığımız devrimci şiddeti hatırlamak zorundayız. Bu söylem sloganda kalmamalı, devrimciler çağa uygun “internet avcıları” yetiştirmeyi ihmal etmemelidir. Leninist olmak, Marksist teoriyi güncele taşımak ve çağa uygun savaş mekanizmaları yaratmaktır. Bilgisayar ve yazılım meselesini atlayarak örgütlenme ağı kurmaya çalışan hiçbir hattın, yarına dair siyasî bir iddiası kalmayacaktır. Ama her şeyden önce sol-sosyalist yapılar; ezberlerinden, woke siyasetinden, habercilikten, fonculuktan, kimlikçilikten, AB’cilikten paçasını kurtarmalıdır. Halkın çaresizlik ve sahipsizlik hissinin yerini, yine halkın öz gücü ile kurulacak olan gerçek bir komünist partisi almalıdır. Kurtuluş, kolektif olmakta ve halkın öz gücüne güvenip ona dayanmaktan geçmektedir.

Burak Şerif

26 Kasım 2024

*Seri cinayetler: Sadece bir kişinin ardı ardına işlediği değil, farklı kişilerin bir intihali andırırcasına; birbirinin kopyası niteliğinde farklı cins ve gruplara; benzer nedenlerle işlediği sıralı cinayetler kastediliyor.

Dipnotlar:

[1] Karl Marx, Yabancılaşma, çev. Kenan Somer, Sol Yayınları, 2. Baskı, 2003, Ankara, s. 102.

[2] Byung-Chul Han, Şiddetin Topolojisi, çev. Dilek Zaptçıoğlu, Metis Yayınları, 4. Baskı, Ocak 2020, İstanbul, s. 85.

[3] Pierre Dardot ve Christian Laval, Dünyanın Yeni Aklı: Neoliberal Toplum Üzerine Deneme, çev. Işık Ergüden, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 1.Baskı, Temmuz 2012, İstanbul, s. 403-404.

[4] Byung-Chul Han, Psikopolitika: Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri, çev. Haluk Barışcan, Metis Yayınları, 3. Baskı, Ocak 2020, İstanbul, s. 21.