Loading...

Kovid Gerçekte Neyle İlgiliydi?


Kovid Gerçekte Neyle İlgiliydi?

Trilyonlarca Dolarlık Küresel Borç Krizini Tetiklemek, “Emperyalist Bir Stratejiyi Tırmandırmak” mı?

 

Ve böylece, emekçi sınıfın sefil durumunun nedeninin bu küçük şikâyetlerde değil, kapitalist sistemin kendisinde aranması gerektiği yönündeki esas gerçeği giderek daha da belirgin hâle getirir.”

[F. Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu]


IMF ve Dünya Bankası on yıllardır kamu hizmetlerinde kesintilere, en yoksulların ödediği vergilerde artışlara ve işçi hakları ve güvencelerini zayıflatmaya yönelik hamlelere dayalı bir politik ajandayı uygulamaktadır.

IMF’nin ‘yapısal uyum’ politikaları Afrikalıların %52’sinin sağlık hizmetlerine erişememesine ve %83’ünün işlerini kaybetmeleri ya da hastalanmaları hâlinde başvurabilecekleri bir güvenlik ağına sahip olmamalarına neden olmuştur. IMF’nin kendisi bile bu tür neoliberal politikaların yoksulluk ve eşitsizliği körüklediğini ortaya koymuştur.[1]

2021 yılında Oxfam’ın (İngiltere, Galler ve İskoçya’da faaliyet gösteren bir yardım kuruluşudur –çn.) IMF Kovid-19 kredileri üzerine yaptığı bir inceleme, 33 Afrika ülkesinin kemer sıkma politikaları uygulamaya yönlendirildiğini gösterdi. Dünyanın en yoksul ülkelerinin 2022 yılında 43 milyar dolar tutarında kredi borcunu geri ödemesi gerekiyor ki bu da gıda ithalatının maliyetini karşılayabilsin.

Oxfam ve Uluslararası Kalkınma Finansmanı (DFI) ayrıca 55 Afrika Birliği üyesi ülkeden 43’ünün önümüzdeki beş yıl içinde kamu harcamalarında toplam 183 milyar dolarlık kesintiyle karşı karşıya olduğunu ortaya koydu.

Küreselleşme Araştırma Merkezi’nden Prof. Michel Chossudovsky’ye[2] göre, dünya ekonomisinin kapatılması (11 Mart 2020’de 190’dan fazla ülkeye uygulanan tecrit) eşi benzeri görülmemiş bir küresel borçlanma sürecini tetikledi. Hükümetler artık Kovid sonrası dönemde küresel kreditörlerin kontrolü altındadır.

Gördüğümüz şey, hükümetler Batılı finans kuruluşlarının taleplerine boyun eğdikçe devletin fiilen özelleştirilmesidir.

Üstelik bu borçlar büyük ölçüde dolar cinsinden olup, ABD dolarının güçlenmesine ve ABD’nin ülkeler üzerindeki baskısının artmasına yardımcı olmaktadır.

Bu da şu soruyu akla getiriyor: Kovid gerçekten neyle ilgiliydi?

Karantinalar ve kısıtlamalar 2020’nin başlarında uygulanmaya başladığından beri milyonlarca kişi bu soruyu soruyor. Şayet mesele gerçekten halk sağlığıysa, bunun sağlık, ekonomi ve borçlar açısından ne gibi sonuçlar doğuracağını bile bile neden sağlık hizmetlerinin büyük bir kısmı ve küresel ekonomi kapatıldı?

Neden dünyaca ünlü bilim insanlarını sansürlemek ve halkları terörize etmek için askerî tarzda bir propaganda kampanyası başlatıldı ve buna uyulmasını sağlamak için polisin tüm gücü ve acımasızlığı kullanıldı?

Bu eylemler, özellikle de ‘Kovid ölümü’ tanımlarının ve verilerinin sıklıkla nasıl değiştirildiği ve PCR testlerinin halkları korkutarak boyun eğdirmek için nasıl kötüye kullanıldığı göz önüne alındığında, halk sağlığına yönelik herhangi bir riskle tamamen orantısızdı.

Cardiff Üniversitesi’nden Prof. Fabio Vighi, genellikle “vicdansız yönetici elitler”, neredeyse sadece üretken olmayanları (80 yaş üstü) hedef alan bir hastalık karşısında küresel ekonomiyi dondurduklarında daha baştan itibaren şüphelenmemiz gerektiğini ifade ediyor.[3]

Kovid, halk sağlığı acil durumu olarak maskelenen bir kapitalizm kriziydi.

Kapitalizm

Kapitalizm, genel kâr oranının düşme eğilimini dengeleyecek sermaye birikimini sağlamak için genişlemeyi sürdürmeli ya da yeni pazarlar yaratmalıdır. Kapitalistin yeniden yatırım yapabilmesi ve daha fazla kâr elde edebilmesi için sermaye (servet) biriktirmesi gerekir. Kapitalist, işçi ücretleri üzerinde aşağı yönlü baskı kurarak, bunu yapabilmek için yeterli artı değer elde eder.

Ancak kapitalist yeterince yeniden yatırım yapamadığında (ürünlere olan talebin azalması, yatırım fırsatlarının ve pazarların yokluğu vb. nedenlerle), servet (sermaye) gereğinden fazla birikir, değer kaybeder ve sistem krize girer. Krizden kaçınmak için kapitalizm sürekli büyümeye, pazarlara ve yeterli talebe ihtiyaç duyar.

Yazar Ted Reese’e göre[4], kapitalist kâr oranı 1870’lerde tahmini %43 iken 2000’lerde %17’ye düşmüştür. Ücretler ve şirketlerin ödediği vergiler düşürülmüş olsa da, emeğin sömürülebilirliği giderek sermaye birikiminin taleplerini karşılamakta yetersiz kalmıştır.

2019’un sonlarına doğru birçok şirket yeterli kâr oranını elde edemedi. Düşen cirolar, sınırlı nakit akışları ve yüksek borçlu bilançolar yaygındı.

Ekonomik büyüme, Şubat 2020’deki büyük borsa çöküşüne[5] kadar zayıfladı ve ‘Kovid yardımı’ adı altında sisteme trilyonlarca dolar daha pompalandı.

Bu noktaya kadar krizi önlemek için çeşitli taktikler uygulanmıştı.

Kredi piyasaları genişledi ve işçi ücretleri azalırken tüketici talebini sürdürmek için kişisel borçlar arttı. Finansal deregülasyon meydana geldi ve spekülatif sermayeye yeni alanları ve yatırım fırsatlarını sömürme izni çıktı. Aynı zamanda, hisse senedi geri alımları, öğrenci kredileri ekonomisi, parasal genişleme ve büyük çaplı kurtarma paketleri, sübvansiyonlar ve militarizmin genişlemesi ekonomik büyümenin sürdürülmesine yardımcı oldu.

Ayrıca, yurtdışındaki yerli üretim sistemlerinin küresel şirketler tarafından yer değiştirdiği ve devletlerin ekonomik faaliyet alanlarından çekilmeye zorlanarak ulus ötesi oyuncuların boş bırakılan alanı doldurmasına neden olan emperyalist bir stratejinin yükselişi de vardı.

Bu stratejiler spekülatif balonlar yaratarak varlıkların aşırı değerlenmesine ve hem kişisel hem de devlet borçlarının artmasına yol açsa da, uygun kârların ve yatırım getirilerinin güvence altına alınmaya devam edilmesine yardımcı olmuştur.

Ancak 2019 yılına gelindiğinde, İngiltere Merkez Bankası eski Başkanı Mervyn King, dünyanın yıkıcı sonuçları olacak yeni bir ekonomik ve malî krize doğru uyurgezer bir şekilde ilerlediği uyarısında bulundu. King, küresel ekonominin düşük büyüme tuzağına takıldığını ve 2008 krizinden sonraki toparlanmanın Büyük Buhran’dan sonraki toparlanmadan daha zayıf olduğunu öne sürdü.

King, Federal Rezerv ve diğer merkez bankalarının politikacılarla kapalı kapılar ardında görüşmelere başlamasının zamanının geldiği görüşünü dile getirdi.

Dünyanın en güçlü yatırım fonu Black Rock’ın da aralarında bulunduğu kilit oyuncular, ileriye dönük bir strateji belirlemek üzere bir araya geldiklerinde tam da böyle oldu. Bu toplantı Kovid’e giden süreçte gerçekleşti.

Yoksul ülkelerin Batı sermayesine bağımlılığını derinleştirmenin yanı sıra, Fabio Vighi’ye göre karantina ve ekonomik işlemlerin küresel çapta askıya alınması, ABD Merkez Bankası FED’in (Kovid kisvesi altında) zor durumdaki finans piyasalarını taze basılmış parayla doldurmasına ve hiperenflasyonu önlemek için reel ekonomiyi kapatmasına olanak sağladı. Karantinalar ticarî işlemleri askıya alarak kredi talebini azalttı ve bulaşmayı durdurdu.

Bu sayede Kovid, pandemi-öncesinde erimekte olan kapitalist ekonomi için trilyonlarca dolarlık bir kurtarma paketine kılıf hazırlamış oldu. On yıl veya daha uzun süredir devam eden ‘parasal genişlemeye’ rağmen, bu yeni kurtarma, ABD Merkez Bankası tarafından (Mart 2020’den önceki aylarda) finansal piyasalara pompalanan trilyonlarca dolar ve ardından gelen ‘Kovid rahatlaması’ şeklinde gerçekleşti.

IMF, Dünya Bankası ve küresel liderler, Kovid’le ilgili karantinalar yoluyla dünya ekonomisini kapatmanın dünyadaki yoksullar üzerindeki etkisinin ne olacağını çok iyi biliyorlardı.

Yine de bunu onayladılar ve şimdi sadece 2022 yılında dünya çapında çeyrek milyardan fazla insanın aşırı yoksulluk seviyesine düşme ihtimali var.[6]

Nisan 2020’de Wall Street Journal, IMF ve Dünya Bankası’nın, borç verecek 1.2 trilyon doları olan finansal kuruluşlardan kurtarma ve kredi isteyen çok sayıda yoksul ülkeden gelen yardım talebiyle karşı karşıya kaldıklarını belirtti.[7]

Finansal sistemin yeniden başlatılmasına yardımcı olmanın yanı sıra, küresel ekonominin kapatılması, yoksul ülkelerin Batılı küresel holdinglere ve finansal çıkar çevrelerine bağımlılığını kasıtlı olarak derinleştirdi.

Kapatmalar aynı zamanda küçük işletmelerin iflasa sürüklenmesini ya da tekeller ve küresel zincirler tarafından satın alınmasını içeren kapitalizmin yeniden yapılandırılmasını hızlandırarak Big Tech (GAMAM: ABD merkezli bilgi teknolojisi endüstrisinde önde gelen beş büyük şirketi –Google, Amazon, Meta, Apple ve Microsoft– belirten kısaltma –çn.), dijital ödeme devleri ve Meta ve Amazon gibi küresel çevrimiçi şirketler için sürdürülebilir kârların devam etmesini ve milyonlarca işin ortadan kaldırılmasını sağladı.

Ukrayna’daki çatışmanın etkileri göz ardı edilemese de, küresel ekonominin yeniden açık hâle gelmesiyle birlikte enflasyon yükselmekte ve bir ‘yaşam maliyeti’ krizine neden olmaktadır. Borç batağındaki bir ekonomide, enflasyonu kontrol altına almak için faiz oranlarını arttırma imkânı sınırlıdır.

Ancak bu kriz kaçınılmaz değildir: mevcut enflasyon sadece finansal sisteme enjekte edilen likiditeden kaynaklanmamakta, aynı zamanda gıda ürünleri piyasalarındaki spekülasyonlar ve enerji ve gıda şirketlerinin sıradan insanların sırtından büyük kârlar elde etmeye devam etmeleri nedeniyle kurumsal açgözlülük tarafından da beslenmektedir.

Ancak direniş bereketlidir.

Kovid dönemindeki pek çok kısıtlama karşıtı/özgürlük yanlısı mitingin yanı sıra, Demiryolu, Denizcilik ve Taşımacılık İşçileri Ulusal Sendikası (RMT) Genel Sekreteri Mick Lynch gibi medya konusunda bilgili, halka nasıl hitap edeceğini ve hayat pahalılığındaki artışlara karşı duyulan kızgınlıktan nasıl yararlanacağını bilen liderlerin öncülüğünde, en azından Britanya’da, daha sert bir sendikacılığın ön plâna çıktığını görüyoruz.

Öğretmenler, sağlık çalışanları ve diğerleri de RMT’yi takip ederek greve gidebilirler.

Lynch, Britanya’da milyonlarca insanın daha düşük yaşam standartları ve emeklilik maaşlarının ellerinden alınmasıyla karşı karşıya olduğunu söylüyor. Ve ekliyor: “Kovid, bu ülkedeki zengin ve güçlülerin ücretleri düşürebildikleri kadar aşağı çekmeleri için bir sis perdesi olmuştur.”

Tıpkı Kovid’e giden yolda benzer sonuçlara ulaşmak için on yıl boyunca uygulanan ‘kemer sıkma’ politikalarının kullanılması gibi.

Sendikal hareket şimdi, yaşam standartlarına yönelik saldırıya ve devlet tarafından sağlanan refahı azaltmaya ve geriye kalanları özelleştirmeye yönelik yeni girişimlere karşı direnmede öncü bir rol üstlenmelidir.

Sağlık ve sosyal yardım hizmetlerini tamamen ortadan kaldırma ve özelleştirme stratejisi, (Kovid ile ilgili) kamu borcunu dizginleme ihtiyacı ve yapay zekâ, işyeri otomasyonu ve işsizliğe yönelik eğilim göz önüne alındığında giderek daha olası görünüyor.

Bu gerçek bir endişe kaynağıdır çünkü kapitalizmin mantığına göre çalışmak, emekçi sınıfların varlığının bir koşuludur. Dolayısıyla, eğer kitlesel bir işgücü artık gerekli görülmüyorsa, geleneksel olarak kapitalist ekonomik faaliyetin gerektirdiği emeğin yeniden üretilmesine ve sürdürülmesine hizmet eden kitlesel eğitim, refah ve sağlık hizmetlerine ve sistemlerine de gerek kalmayacaktır.

2019 yılında BM’nin aşırı yoksulluk raportörü Philip Alston, İngiliz hükümetinin bakanlarını 2008 malî çöküşünü takip eden on yılda “İngiliz nüfusunun önemli bir bölümünün sistematik olarak fakirleştirilmesi” ile suçladı.[8]

Alston şunları söyledi:

“Thomas Hobbes’un uzun zaman önce gözlemlediği gibi, böyle bir yaklaşım en az refah içinde olanları ‘yalnız, fakir, kötü, acımasız ve kısa’ hayatlara mahkûm eder. İngiliz toplumsal sözleşmesi yavaş yavaş buharlaşırken, Hobbes’un öngörüsü yeni gerçeklik hâline gelme riski taşıyor.”

Alston’ın sözleri Kovid sonrasında daha da önem kazandı.

Bu makalenin sonuna yaklaşırken, Boris Johnson’ın başbakanlık görevinden istifa ettiği haberi geldi. Sadece suçluluğu, ahlakî temelden yoksunluğu ve çifte standartlarıyla bile dikkate değer bir başbakan –hükümetteki birçok yandaşı için de geçerlidir.

Bunu akılda tutarak, başladığımız yerde bitirelim:

“İngiliz burjuvazisi kadar derin bir moralsizlik içinde olan, bencillik tarafından bu kadar acımasızca aşağılanan, içi bu kadar çürümüş, ilerleme yeteneğinden bu kadar yoksun bir sınıf görmedim... Onun için bu dünyada para dışında hiçbir şey yoktur, kendisi de bunun dışında değildir. Hızla kazanmaktan başka mutluluk, altın kaybetmekten başka acı bilmez. Bu açgözlülük ve kazanç arzusunun varlığında, tek bir insanî duygu ya da düşüncenin kirlenmeden kalması mümkün değildir.” [F. Engels, a.g.e.] 

Colin Todhunter

7 Temmuz 2022

Kaynak

Dipnotlar:

[1] Jonathan D. Ostry, Prakash Loungani ve Davide Furceri, “Neoliberalism: Oversold?”, Finance & Development, Haziran 2016, Cilt 53, Sayı 2, IMF.

[2] Michel Chossudovsky, The Worldwide Corona Crisis, Global Coup d’Etat Against Humanity, E-kitap, Global Research.

[3] Fabio Vighi, “A-Self Fulfilling Prophecy: Systemic Collapse and Pandemic Simulation”, 16 Ağustos 2021, The Philosophical Salon. Türkçesi: Sosyalizm.

[4] Ted Reese, “Why capitalism now needs ‘lockdowns’ (social enclosure) and ‘medical’ tyranny”, 30 Nisan 2021, Real Left.

[5] Yun Li, “This was the fastest 30% sell-off ever, exceeding the pace of declines during the Great Depression”, 23 Mart 2020, CNBC.

[6] “‘Terrifying prospect’ of over a quarter of a billion more people crashing into extreme levels of poverty and suffering this year”, 12 Nisan 2022, Oxfam.

[7] Josh Zumbrun ve David Harrison, “IMF, World Bank Face Deluge of Aid Requests From Developing World”, 9 Nisan 2020, WSJ.

[8] PDF.