Loading...

Çin Burjuvazisinin Afrika Seferi


Dünya nüfusunun beşte birine ev sahipliği yapan Çin, dünyadaki ekilebilir arazilerin yalnızca %7’sine[1] sahiptir. Kentleşme, toprak ve suyun yaygın kirliliği nedeniyle Çin’de ekime uygun arazi oranı 2010 yılında %19 iken bu oran 2020’de %13’e düşmüştür. Kısmen verimli üretim sayesinde buğday ve pirinç gibi birincil tahıl üretiminde ihtiyacın %95’i üretilebilmektedir. Hektar başına buğday üretimi ABD’den neredeyse %50 daha yüksek fakat dünyanın en verimli ülkesi olan Hollanda’nın neredeyse yarısı kadardır. Gıda üretimi ve tarımın en önemli ulusal güvenlik zorunluluğu olduğu düşünüldüğünden olsa gerek, bir Gıda Güvenliği Yasası çıkarılması gündeme gelmiş, yanı sıra Enerji Güvenliği Yasası da hazırlanmıştır.[2] Son yapılan yıllık Merkezî Kırsal Çalışma Konferansı’nda kırsal çalışmalara ilişkin öncelikler ortaya konarak Çin’in tarımsal bir güç merkezi hâline getirilme hedefi ve kırsal alanın yeniden canlandırılmasına dair çalışmaların yaygınlaştırılması gerektiği vurgulanmıştır.[3]

Ülke, tarım alanının dışında petrol, doğalgaz, demir cevheri ve diğer metaller açısından da dünya ortalamasının altındadır ve yayılmacı dış politikanın ana nedenlerinden biri de budur. 2013’teki bir konuşmasında dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, “Afrika’da yeni bir sömürgeciliğin sahaya girmekte olduğunu, onun kıtanın doğal kaynaklarını alacağını, liderlerini parayla satın alıp gerisin geri yurduna döneceğini” söylemiştir. Clinton’ın kastettiği ülke Çin’dir.[4]

Ancak ABD Jeoloji Anketi’ne göre Çin, dünyadaki nadir elementlerin %37’sine sahip olup, dünyanın en büyük nadir metal üreticisi ve işleyicisidir. ABD nadir elementler ithalatının %59’unu Çin’den sağlamaktadır.[5] Dünya ekonomisi için elzem olan 53 mineral kaynağın 33 tanesinin ilk sıradaki üreticisi ve bunların çoğunda da küresel üretimin %50’sinden fazlasının üretimi Çin tarafından gerçekleştirilmektedir. Ülke topraklarının dört bir yanına dağılmış 10.000 kilometrekarelik, yani Lübnan’ın yüzölçümü kadar yer kaplayan maden ocakları ekolojik tahribatın nedenidir. Ekilebilir toprakların %10’unda fazlasına ağır metaller bulaşmış, yeraltı kuyu sularının %80’i içilebilir olmaktan çıkmıştır. Ülkenin en büyük 500 kentinden ancak beşinde hava kalitesi uluslararası standartları karşılamaktadır. Yalnızca hava kirliliğinden dolayı yılda yaklaşık 2 milyon kişinin yaşamını yitirdiği bu ülkede her yıl ekoloji tandanslı 50.000’e yakın gösteri düzenlenmektedir.[6]

Dünyanın bir numaralı yeşil enerji üreticisi ve güneş paneli donanımı imalatçısı olan Çin, hidroelektrik enerjide, offshore ve onshore rüzgâr türbini yatırımında ve dünya genelinde kullanılan elektrikli taşıtların yarısından fazlasını temsil etmektedir. 2030 yılında diğer tüm ülkelerin toplamından iki kat fazla elektrikli araç bataryası üreteceği varsayılmaktadır. Enerji geçişinde kullanılacak metalleri üreten Çin, bunların önemli bir kısmını kendisi tüketmekte ve üçüncü ülkeler tarafından üretilenleri de ithal etmektedir. Dünya maden cevherinin %30’u Afrika kıtasında bulunmaktadır ve kapitalizme geçiş döneminde Batılı egemenlerin pratiklerinden farksız bir sömürü çarkı işletilmektedir. Ortaçağ’ı andıran çalışma koşulları bir yana, oldukça basit bir örnek Kongolu hekimlerin yaptıkları incelemelerde görülmektedir. Buna göre, Katanga eyaletinin Lubumbashi kentinde ve komşu eyaletin (Lualaba) önde gelen şehri Kolwezi’deki maden ocaklarının yakınında yaşayanların idrarlarındaki kobalt yoğunluğu başka bölge sakinlerinden toplanan idrar örneğinin on bir katıdır. Yeşil enerjinin “temiz” enerji olduğu koca bir yalandır. Nadir metaller ve bunların üretiminde tekel olmaktan güç alan Çin’in ise en büyük green tech üreten devlet olmayı amaçladığı açıktır. 19. yüzyılın ortasında dünya maden üretiminin %60’tan fazlasını temsil eden Avrupa, günümüzde ancak %3’ünü temsil etmektedir. ABD’nin ise II. Paylaşım Savaşı ertesinde %40 olan payı günümüzde %5’ten azdır.[7]

Çin’in Latin Amerika ve Afrika’daki yatırımlarının (yayılmacılığının) devasa boyutlara ulaştığı sır değildir. Çin’i (ve Rusya, Hindistan, Brezilya, Güney Kore, Meksika, Türkiye, İran, Güney Afrika, Endonezya, Arjantin, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri’ni) ‘yeni emperyalist’ olarak tanımlayan Yusuf Köse’nin aktardığı rakamlara göre, Çin’in Latin Amerika’ya doğrudan yatırım tutarı 2016 yılında 260 milyar ABD doları kadardır. Aynı yıl Afrika’daki yatırım miktarı ise 100 milyar ABD dolarını aşmaktaydı.[8] Kıtadaki Çinli şirket sayısı 3000’in üzerinde olup, ABD ve genel olarak Batı’nın egemenliği büyük oranda Çin’e devrolmuştur. Köse’nin savunduğu tez esas itibariyle Almanya Marksist-Leninist Komünist Partisi’nin (MLPD) inşasında aktif rol oynamış olan Stefan Engel’e aittir ve onun belirttiğine göre, 2008-2014 dünya ekonomik ve malî krizi esnasında Çin, Afrika’da altyapı projelerine en çok yatırım yapan güç konumuna yükselmiştir.[9]

“2000 yılında Afrika ile Çin arasındaki ticaret hacmi 10 milyar Amerikan dolarıydı. Bu rakam 2014 yılında 220 milyar Amerikan dolarına yükseldi ve 2021 yılında toplam 250 milyar Amerikan dolarına ulaştı. Dolayısıyla Çin, Afrika’nın en büyük ticaret ortağı konumunda. Örneğin Mombasa-Nairobi Standart Hat Demiryolu, Kenya’nın büyümesini yüzde 1,5 puan artırdı ve doğrudan 50 bin kişiye istihdam yarattı.”[10]

Buna karşın, ABD’nin Afrika ile ticareti son yirmi yıldır giderek durgunlaşmakta ve ülke şu anda kıtanın toplam dış ticaretinin %2’sinden daha azını oluşturmaktadır. ABD’nin kıtaya yaptığı ihracatın toplam değeri 2011’de 32.9 milyar dolardan 2021’de 26.7 milyar dolara düşerken, ithalat 2011’de 93 milyar dolardan 2021’de 37.6 milyar dolara gerilemiştir.[11] Bu da Çin’in Afrika ile toplam ticaretinin yaklaşık beşte birine tekabül etmektedir. Mevcut CIA Başkanı William Burns’ün Foreign Affairs’te yer alan makalesinden öğrendiğimize göre, CIA, dünya genelinde Çin ile ilgili istihbarat toplama, operasyon ve analiz çalışmalarına ayrılan kaynağı önemli ölçüde artırmıştır. Rusya’dan farklı olarak Çin’in uzun vadede daha büyük bir tehdit olduğunu ifade eden Burns, yalnızca son iki yılda Çin’e odaklanan genel bütçenin iki katından fazla bir artış olduğunu söylemektedir. Latin Amerika’dan Afrika’ya ve Hint-Pasifik bölgesine kadar dünyanın dört bir yanında Çin ile rekabet edebilmek için çabaların artış gösterdiği, daha fazla Mandarin (ÇHC’nin resmî dili) konuşabilen kişinin işe alındığı ve eğitildiği aktarılmaktadır. 2021 yılında sadece Çin’e odaklanan yeni bir görev merkezinin kurulduğu da aktarılmaktadır.[12]

Kıtadaki ticarî hâkimiyet, askerî önlemleri de zaruri kılmıştır ve bu bağlamda özenle gözden ırak tutulmaya çalışılan bir olgu da; Çin’in Afrika’daki özel askerî şirketleridir.

Çin Ticaret Bakanlığı verilerine göre, 2010-2015 yılları arasında yurtdışında bulunan Çinlilere ait şirketleri etkileyen 345 terör saldırısı gerçekleşmiş, binden fazla ölüme sebebiyet vermiştir. Bu durum Çinli yetkililerin dış güvenlik doktrinlerini geliştirmesine önemli bir dayanak teşkil etmiştir. Esasında Çin’deki özel güvenliğin tarihçesi yüzyıllar öncesine kadar takip edilebilmekte ancak konumuz özelindeki durum 2000’lerin başından itibaren ve özellikle 2013’te, yani Kuşak ve Yol Girişimi’nin (KYG/OBOR) ilânıyla birlikte revizyondan geçirilerek uygulanması kararlaştırılmıştır.

CIA eliyle tertiplenen 11 Eylül komplosunun ardından sürmekte olan “terör dalgası” yurtdışındaki Çin vatandaşlarını da etkilemiş, özellikle de 2004 âdeta ‘kâbus yılı’ olmuştur. O yılın 4 Şubat’ında kabuk toplayıcılığıyla geçimini sağlamaya çalışan 23 Çinli göçmen Morecambe Körfezi’nde gelgitlere kapılarak boğulmuş; nisan ayında 7 Çinli işçi Amman’dan Bağdat’a seyahat ederken kaçırılmış; mayıs ayında Afganistan’da bir yol inşaatı projesinde çalışan 11 Çinli ise Kunduz yakınlarında Taliban tarafından öldürülmüştür. Mayıs 2004 ile Temmuz 2007 tarihleri arasında ise Pakistan’da Çin’in kontrolündeki Gwadar Limanı’nın hedef alındığı dört saldırı gerçekleşmiştir. Tüm bunlar Çin Dışişleri Bakanlığı bünyesinde Dış Güvenlik İşleri Dairesi’nin kurulmasına yol açmıştır. Konsoloslukların korunmasından sorumlu olan bu yapı aslında yurtdışındaki Çin vatandaşlarının güvenliğinin sağlanmasından ziyade, güvenliğin özelleştirilmesine dair bir stratejidir. Güvenlik, devletlerarası ilişkileri etkilemeyecek şekilde formüle edilmiştir. Hem “barış içinde bir arada yaşamak” ilkesine hem de askerî yayılmacılığa dair eleştirilerin bertaraf edilmesi amacıyla resmî ordunun yerine özel güvenlik şirketleri sahaya sürülmüştür.


Tablo: Çin’deki özel askerî şirketlerden bazıları

Şirketler, OBOR güzergâhını kapsayan maden ve petrol sahalarına uygun konuşlandırılmıştır. Önemle not edilmesi gereken bir diğer husus; OBOR’un duyurulmasının ardından ABD menşeili Blackwater’ın kurucusu Erik Prince ile Çin devletine ait olup, değeri bir trilyon dolar olduğu söylenen finans şirketi CITIC ile müşterek Frontier Services Group (FSG) adlı özel bir askerî şirketin kurulmuş olmasıdır. Prince, 2021 yılına kadar bu şirketin yönetim kurulu başkanlığını yapmış, ardından koltuğunu kendi malî danışmanı olan İsrailli Ally Dorian Barak’a devretmiştir. Şu anda ise o koltukta New York’ta eğitim almış bulunan Chang Zhenming’in oturduğu yazılmaktadır.[13]

FSG’nin Libya’daki iç savaşa Halife Hafter’in yanında yer alarak doğrudan müdahil olduğu bilinmektedir. Şirketin Kuzey Afrika’daki operasyonları için lojistik ve komuta merkezi olarak Malta seçilmiş, finansmanı ise BAE’den sağlanmıştır.

FSG’nin güvenlik ve kent savaşı konusunda eğitim vereceği bir merkez ise 2019 yılında Sincan’da kurulmuştur. Sincan yetkilileriyle yapılan anlaşmada, burada yılda 8.000 kişinin eğitileceği ve 600.000 dolarlık bir yatırım öngörülmekteydi.[14] Blackwater’ın kirli sicili ve sahibi Prince’in ABD’deki köklü burjuva ailelere dayanan soyu düşünüldüğünde hem ABD ile Çin’in müşterek bir yağma operasyonuna giriştiği hem de global hâkimiyet için jeopolitik bir it dalaşında olunduğu söylenebilir.

Prince Ailesi ve Blackwater:

Erik Prince, Orta Batı Amerika’daki Michigan Gölü koylarından Macatawa Gölü’nün kıyılarına kadar uzanan arazide bulunan ünlü bir malikâne ve bu mülkün ününü dahi geride bırakacak üne sahip olan bir ailenin ferdidir. Söylendiğine göre bu aile, kraliyet ailesinden farksızdır ve baba Edgar da ‘kral’ muamelesi görmektedir. Mühendislik eğitimi alan Edgar esasen bir sanayicidir ve bulunduğu kasabadaki emek gücünün önemli bir bölümü de onun için çalışmaktadır. Çocuklarına verdiği en önemli dersin Hristiyan köktendinciliği, aşırı sağ siyasete olan bağlılık ve serbest piyasa ekonomisine yaslanmış bir imparatorluğun nasıl kurulacağı ve ayakta tutulacağıyla ilgili olduğu söylenmektedir. Erik’in kız kardeşi, 1980’li yıllarda bu nasihat gereği Dick DeVos ile evlenerek Amerika’nın en köklü muhafazakâr ailesi ile Prince ailesini birleştirmiş, her iki tarafın da servetlerine servet katmıştır. DeVos ailesi Amerikan tarihinde aşırı sağcı/köktendinci grupların en büyük finansörü olmuş, politikacılardan paramiliter unsurlara kadar uzanan geniş bir “vatansever” güruha fiilî ve maddî destek sağlamıştır. Bu aileye gelin giden kız kardeş Betsy, Donald Trump kabinesinde eğitim bakanı olarak görev yapmış, Kongre Binası Baskını sonrasında istifa etmiştir. Erik ise bu esnada Trump’ın gölge danışmanlığını yapmaktaydı.

Kız kardeşinden 9 yaş küçük olan Erik, babasına âdeta tapmakta ve onun izinden yürümek için çabalamaktaydı. Eğitim gördüğü Hristiyan okullarında faal bir gençti. Amerikan donanmasının özel kuvvetleri olarak bilinen ve gerilla savaşı, terörle mücadele, doğrudan saldırı, özel keşif gibi faaliyetleriyle ünlü SEAL birliklerinde askerliğini yapmış, bu esnada Haiti, Bosna ve Yakın Doğu’da bulunmuştur. Aldığı dinî eğitim, militarizme olan tutkusu ve radikal sağa olan bağlılığı ile tam bir “Amerikalı”dır! Blackwater’ın ilk tohumları da 1993 yılında, henüz daha Erik’in askerî hayata yeni başladığı bu dönemde, 11 yılını Erik’in de dâhil olduğu birimlerin en tepesinde ateşli silâh eğitmeni olarak geçiren Al Clark’ın düşünce ve taslak çizimleriyle atılmıştır. Clark’ın fikirleri, Erik’in sağladığı maddî destekle hayat bulacaktır.

1995 yılında ölen babasından da “bonkör” olan Erik, yalnızca Evanjelizme/Protestanlığa değil, Katolik köktendinciliğe de para yağdırmakta hatta kimi cemiyetlerin de kurucuları arasında yer almaktaydı. 25 Ekim 2000 tarihli Wall Street Journal’a verdiği mülâkatta hem kendi ailesinin hem de DeVos ailesinin muhafazakârlık, Hristiyanlık ve serbest piyasa ideallerine inandığını, babasına ait şirketin “iyi şeyler yapmakta kullanabileceği nakdi üreten bir makine” olduğunu söylemiştir. O “iyi şeyler”in bir mahsulü olan Blackwater, Kuzey Karolina’nın Büyük Kasvet Bataklığı’nda giderek büyümekte, kimi ülkeleri teslim alabilecek bir yapıya doğru evrilmekteydi. Aileden gelen ve kendisinin de üzerine eklediği bağlantılar ve iltisaklı olunan kurum ve örgütlenmeler saymakla bitmez fakat kısaca şu söylenebilir; “Erik Prince muhafazakâr Katolikleri, Evanjelikleri ve yeni muhafazakârları ortak bir teo-kon kutsal savaşında birleştirmeye dönük sağcı girişimin en şiddetli döneminde yer almış, Blackwater ise hareketin bir tür silâhlı kanadı olarak hizmet vermiştir.” Paralı askerlerin rolü Erik tarafından şöyle ifade edilmiştir: “Herkes silâh taşıyacak; tıpkı İsrail’de tapınağı yeniden inşa eden Yeremya gibi bir elinde kılıç, bir elinde mala olacak.”

Önemli oranda Prince ailesinin sağladığı maddî ve ideolojik destekle Beyaz Saray’a giren Bush, Evanjelizmin sadık bir hizmetkârı olarak Müslüman coğrafyaya yönelik yeni bir “Haçlı Seferi” için talimat vermişti. Irak başta olmak üzere o seferin en vahşi katliam ve yağmaları, yanı sıra tecavüz ve işkenceleriyle ünlü gizli “kahramanları” ise Blackwater askerlerinden oluşmaktaydı.[15]

Yakın bir zamanda Prince tarafından ABD’nin Afrika’yı yeniden kolonileştirmesi gerektiğine yönelik bir çağrı da yapılmıştır. Afrika’nın neredeyse tamamının kendi kendini yönetmekten aciz olduğunu iddia eden Prince, “imparatorluk şapkasının tekrar takılması” gerektiğini söylerken, sunucu tarafından uyarılmasının ardından hızını alamayarak, bunun Latin Amerika için de “harika bir konsept” olduğunu ifade etmiştir.[16]

Bugünün “sosyalist” Çin Halk Cumhuriyeti, Afrika seferine çıkarken işte bu cellâtlarla yoldaşlık etmekte, bunu da “barış içinde bir arada yaşamak” ve “kalkınma” söylemleriyle servis etmektedir.

Çin devletinin Blackwater ile iş tuttuğunu, ilginçtir ama, gözden kaçırmadıysak eğer Türkçe basında yalnızca 16 Ocak 2018 tarihli Aydınlık gazetesinde Hüseyin Vodinalı duyurmuştur. Ne ki, dış basını en iyi takip edenlerden biri olan Vodinalı’nın gazeteciliği ülke ortalamasının üzerinde bir niteliğe sahip olsa da, ekonomi-politik bilgisi ve ulusalcılığından kaynaklanan siyasal kültür ufku o denli kısırdır ki, Çin’i “ne sömürgeci, ne emperyalist, gelişmekte olan komünist bir ülke” olarak görmektedir.[17]

Şunun da not düşülmesi gerekmektedir. Londra’daki King’s College’da öğretim üyesi olan ve özel ordular konusundaki çalışmalarıyla bilinen Alessandro Arduino’nun aktarımına göre Çin devleti, Rusya’nın sahadaki özel askerî yapılanması olan Wagner ile de çalışmayı düşünmekteydi. Muhtemeldir ki, yazarın da ifade ettiği gibi, Çin için istikrar önemliyken, kaos içinde büyüyen Wagner arasında sahada bir anlaşmazlığın yaşanması olasıdır.[18] Batılı şirketler her daim Çin’in önceliği olmuştur. Bilindiği gibi Wagner, 2023 Haziran’ının sonlarında Vladimir Putin’e karşı bir darbe teşebbüsünde bulunmuş, bu gerilim Belarus lideri Lukaşenko’nun araya girmesiyle yatışmış fakat sonrasında Wagner’in patronu Prigojin “beklenmedik bir kaza” ile tasfiye edilmiştir.

***

Afrika’daki kaynaklara egemen olmanın yolu oradaki devletlere, devletlere egemen olmanın yolu da kadim gelenek ve rekabetlerde olduğu gibi, kıtadaki ülkelerin demiryollarına hâkim olmaktan geçmektedir ve bu kapsamda Çin, 2000’den 2020 yılına kadar Afrika ülkelerinde 13 bin kilometreden fazla kara ve demiryolu, bununla birlikte 80’den fazla büyük ölçekli enerji tesisi inşa etmiştir. Kültürel alan da boş bırakılmamış, Pekin’deki Çin-Afrika Enstitüsü aracılığıyla Afrika’daki 30’dan fazla üniversitede Çince bölümlerinin kurulması sağlanmış, 2004’ten bu yana 48 Afrika ülkesine toplamda 5.500 Çince öğretmeni ve gönüllüsü gönderilmiştir. Afrika’daki 30 medya kuruluşu, OBOR’un propaganda ayağı olarak “İnsanlar Arası ve Kültürel Değişimler” kapsamında BRI Haber İttifakı’na dâhil edilmiş, 42 Afrika ülkesi BRI Medya Zirve Forumu’na iştirak etmiştir.[19]

Kimi solcular eliyle Çin’in emperyal politikasının aklanmasına dair en sık vurgulanan argüman, Cibuti dışında hiçbir askerî üssün bulunmuyor oluşudur ancak özel şirketler üzerinden yürütülen politikalar bu argümanı geçersiz kılmaktadır. Ayrıca Hint Okyanusu’ndaki askerî varlığın güçlendirilmesi amacıyla Kenya, Tanzanya ve Mozambik’te de üsler inşa edilmesi plânlanmaktadır. Hâlihazırdaki ilk denizaşırı askerî üssün açılış tarihinin 1 Ağustos 2017 olarak belirlenmiş, bunun da Çin Halk Ordusu’nun kuruluşunun 90. yıldönümüne denk getirilmiş olması tesadüf olmadığı kadar önemsiz bir detay da değildir, zira Çin diplomasisi sanıldığından da derin ve tecrübelidir. Gerçekler daima ayrıntılarda gizlidir.

Burak Ö.

Eylül 2024

Dipnotlar:

[1] M. Altun’un aktardığı kaynağa göre bu oran %9’dur. Bkz. Muhsin Altun, “Çin Ne Kadar Emperyalist? Kuşak ve Yol’un ‘Ekstraktivist’ Arka Plânı”, 29 Eylül 2024, Sosyalizm.

[2] N.S. Lyons, “Çin gıda güvenliğine neden bu kadar takıntılı?”, 1 Eylül 2022, Türkçesi: Emre Köse.

[3] Chi Jingyi ve Tao Mingyang, “China vows to build itself into an agricultural powerhouse, with food security, all-round rural revitalization prioritized”, 20 Aralık 2023, Global Times.

[4] Remzi Barud, “Yeni Soğuk Savaş Afrika’da Yaşanıyor”, 29 Ocak 2018, İştirakî.

[5] K. Ali Akkemik ve Burcu Menteşoğlu Tuncer, “Çin-ABD Ticaret Savaşları Gölgesinde Çin Sanayi ve Teknoloji Politikaları”, Çin Bilmecesi, Koç Üniversitesi Yayınları, Aralık 2019, İstanbul, s. 88.

[6] Guillaume Pitron, Nadir Metaller Savaşı, çev. Alp Tümertekin, İş Bankası Kültür Yayınları, Eylül 2024, İstanbul, s. 8, 14-15, 126.

[7] Guillaume Pitron, a.g.e., s. 59.

[8] Yusuf Köse, “Emperyalist Büyük Savaşa Doğru”, 12 Şubat 2018, Yusuf Köse.

[9] Stefan Engel, Yeni-Emperyalist Ülkelerin Ortaya Çıkışı Üzerine, El Yayınları, Ocak 2019, İstanbul, s. 40.

[10] Christian Wagner, “Ekonomik mucizenin 10 yılı İpek Yolu: Almanya’nın çöküşünün 10 yılı”, 31 Ekim 2023, Harici.

[11] Andrey Kortunov, “Afrika’nın güvenlik ve kalkınma ihtiyaçlarına yardımcı olmak futbol maçına gerek yok”, 25 Ocak 2024, Harici.

[12] William Burns, “Casusluk ve devlet idaresi: CIA’in Rekabet Çağı’na uygun dönüşümü”, 30 Ocak 2024, Harici.

[13] “Board of Directors”, FSG.

[14] Akram Kharief, “China’s Discreet Game in North Africa – Private Military Companies”, Mart 2022, RLS. Şirket isimlerinin yer aldığı aktarılan bu anekdot bir yana, Rosa Luxemburg Vakfı adlı bu kuruma ve ona ait diğer içeriklere temkinli yaklaşılması gerekmektedir, zira Alman devletiyle oldukça yakın olduğu izlenimini uyandırmaktadır.

[15] Jeremy Scahill, Blackwater: Vatanı, Milleti, Bayrağı Olmayan Ordu, çev. Meral Delikara Üst, April Yayıncılık, İstanbul, Ağustos 2010, s. 29-55.

[16] Jon Schwarz, “Erik Prince Calls for U.S. to Colonize Africa and Latin America”, 10 Şubat 2024, The Intercept.

[17] Hüseyin Vodinalı, “Çin yeni emperyalist mi?”, 3 Kasım 2019, Aydınlık.

[18] Alessandro Arduino, “Chinese Private Security Companies: Neither Blackwater Not the Wagner Group”, 1 Aralık 2023, War on the Rocks.

[19] Belkacem Iratni, “Çin’in Afrika ile Stratejik İlişkisi ve Yeni Uluslararası Dönüşümler: Eski Politikalar, Yeni Zorluklar”, Kuşak ve Yol Girişimi, (5)3, Yaz 2024, s. 300-302.