Loading...

Devletin Reorganizasyonunda ABD Modeli: “The Muhalefet” Fikir Sağlamıyor


İki 12 Eylül

12 Eylül tarihi, devletin reorganizasyonunda iki önemli eşiği temsil etti. Yakın tarihli olanı bir neticeydi, ilki ise sebep.

12 Eylül 1683’de Viyana kapılarında bozguna uğrayan Osmanlı devletinin Avrupa’daki hızlı çekilmesi, yine Avrupalı devletlerin arasındaki çıkar çatışması nedeni ile durdurulabildi; denge siyaseti işledi. Bu vaziyet olmasaydı, Viyana Bozgunu sonrası Türkiye, 17.yy sonunda aşağı yukarı bugünkü sınırlarına gerilemiş olacaktı; bunun yerini 1699 Karlofça dengesi aldı.

Denge siyasetinin merkezinde ister istemez diplomasi oturmak zorundaydı ancak bu sürece geçilirken riskli bir viraj alınmakta, yayılmacı politika terk edilmekte, sarsıcı bir ideolojik kırılma yaşanmaktaydı. Böylelikle iç işlerinin ve dış işlerinin bir arada yönetilmesi gerekliliği kendisini dayatmış oluyordu. Konuyla ilgili bir yazıda, Osmanlı bürokrasisindeki Reîsülküttablığın seyrine, bu açında Hakan Fidan’ın yeni rolüne değinmiştik. Detayları orada bırakıyoruz.

Türk devlet yapısının güncel dönüşümünü iki temel dinamiğin belirlediği söylenebilir; devletin kendi hafızası ve ABD modeli. Başkanlık sisteminin inşasından, güvenlik aygıtının girdiği yeni evreye kadar, imparatorluk geçmişi sürece etki ediyor. Diğer yandan, günümüzde hâkim olan üretim biçiminin gereği olarak başını ABD’nin çektiği küresel eğilimler Türkiye’yi doğrudan etkiliyor. Bu konuya askerî polisin inşası bağlamında da geçtiğimiz günlerde değinmiştik. Çağdaş sömürü sistemi, kendi mekanizmasını inşa etmek zorundadır.

ABD’yi takip etmek, Türkiye açısından bir yandan çoktan entegre olunmuş kapitalist kampın gereği bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmakta, diğer yandan yapısal olarak giderek cazip hâle gelmektedir. Başkanlık, başkan sekreterliği, askerî polis, federatif yapı vb. pek çok olgu bu topraklara yabancı değildir.

Reorganizasyon

Hakan Fidan, Osmanlı’daki karşılığı itibariyle Reîsülküttab, ABD’deki karşılığı ile Başkan Sekreteri (Secretary of State) olarak dış işlerinin başına geldikten bir yıl sonra, yine bir 12 Eylül’ü takiben 14 Eylül 2024’te “Diplomatik Güvenlik Genel Müdürlüğü” kuruldu. Bu isim birebir “Diplomatic Security Service”in (DSS) Türk bürokrasi diline tercümesinden ibarettir. Aşağıdaki fotoğrafta 10 Eylül 2024 tarihinde başlayan Kiev ziyareti sırasında Antony Blinken’ı (secretary of state) koruyan DSS ajanlarını görüyoruz.


Kaynak

DSS’nin görevleri arasında, dış işleri bakanını, diplomatları, yabancı ülke başkan ve diplomatları ile uygun görülen diğer kişileri koruma, istihbarat önlemleri alma, siber tehlikeleri engelleme, bu konuda personele eğitim verme, pasaport sahteciliği gibi konuları takip etme, ülkedeki yabancı temsilcilikleri koruma işleri var.[1] TC Diplomatik Güvenlik Genel Müdürlüğü’nün görevleri şu şekilde sıralanmıştır:

“Bakanlığın merkez, yurtiçindeki tesis ve yurtdışındaki Türk misyonlarının güvenliğini sağlamak ve bununla ilgili iş ve işlemleri yürütmek, Bakanlığın merkez ve yurtdışı teşkilâtında siber, haberleşme, evrak ve bilgi güvenliğini sağlamak, temsilciliklerin ve personelin güvenliği bağlamında terör eylemleri ve diğer tehditlere ilişkin konuları takip etmek ve bu konularda gerekli tedbirleri almak, ilgili kurum ve kuruluşlarla koordinasyonu sağlamak, Bakanlığın merkez ve yurtdışı teşkilâtında görevli personelinin güvenilirliğinin devamını sağlamak, güvenlik soruşturması işlemlerini ilgili kurumlarla koordine etmek, Bakanlığa yurtdışından gelen yabancı heyet ve şahıslar, Bakan ile Bakanlığın görev alanıyla ilgili olmak kaydıyla Bakan tarafından korunması uygun görülen şahısların korunmasına ilişkin tertip ve tedbirleri almak, Bakanlık personeline ve yurtdışına atanan diğer kamu görevlileri ile Bakan tarafından belirlenecek diğer kişilere güvenlik eğitimi vermek, Dış temsilciliklerin güvenlik analizlerini yerinde gerçekleştirmek.”[2]

Görevler bakımından da iki kurum örtüşmektedir. DSS’nin görevlileri polis değil, özel ajandırlar; adli işleri polisle koordine ederler. Örneğin geçtiğimiz yıl New York’taki Türk Evi’ne yapılan saldırıda DSS ajanları polisle birlikte müdahalede bulunmuştu. Genel olarak da ABD sisteminde Başkan Sekreteri, devlet başkanını yurt dışında temsil ettiği gibi, yurt içindeki diğer kurumlarla da ilişkilerini düzenler. Bu rol, pek çok bağlantı noktasında kendisini gösterir.

Türkiye’de Diplomatik Güvenlik Genel Müdürlüğü kurulana kadar Dış İşleri Bakanlığı’nda güvenlik işleri, diğer bakanlılarda da yer alan Destek Hizmetleri Müdürlüğü tarafından organize edilmekteydi. Klasik işleyişin Dış İşleri Bakanlığı’ndan başlamak üzere değişmeye başladığını görmek gerek. 17/25 Aralık soruşturmasını takiben MİT kanununda yapılan 2014 yılı değişikleri önemli bir aşamaydı. Bu tarihte MİT, devlette her yolun çıktığı kavşak hâlini almıştır. Daha önce ancak istihbaratla sınırlı olmak üzere kurumların ilgili üst düzey yöneticileriyle görüşme yetkisi olan, bakanlıklardan sınırlı belge ve bilgi alma yetkisi olan istihbarat örgütü, sistemin kılcal damarlarına davet edilmiştir. Artık devletin her kademesinde sınırsız hareket imkânı bulmuştur.

2014 aynı zamanda Suriye savaşının şiddetlendiği, Türkiye’ye göç akının siyasî bir kararla patlatıldığı sürecin milâdıdır. Aynı kanun değişikliği ile, istihbarat örgütünün diplomasideki rolü de inşa edilmiştir.[3] Bu gelişmeler işin doğası gereğidir; Marx ve Engels’in tespit ettikleri üzere modern devlet gücü, sermayenin işlerini yürüten ortak platform olmakla, değişen ekonomi politiğe göre yeniden biçimlenmelidir. Bu sürecin bir parçası olarak bugün MİT Başkanı (o tarihte Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı) olan İbrahim Kalın 2014’te büyükelçi ve Cumhurbaşkanlığı sözcüsü de yapılmıştı. İnşa yıllarıdır.


Kaynak[4]


Kaynak

The Muhalefetin Fikirleri

Buraya kadar, yeni kurulan Diplomatik Güvenlik Genel Müdürlüğü üzerinden, ekonomi politik bir reorganizasyon sürecine ışık tutmaya çalıştık.[5] Bu işin bir yönü. Bu müdürlüğün kurulması üzerine yaşanan tartışmalar, Türkiye’de “muhalefetin” algılamamakta ve aldatmakta olduğunu yalın bir biçimde ortaya koymuştur.

Müdürlüğün kurulması daha çok, bir televizyon programında Fikri Sağlar’ın bahsini açmasıyla duyuldu. Sağlar, olayı “Hakan Fidan’ın ikinci ordusu” olarak lanse etti, bu olayla Susurluk soruşturmasında Hizbullah’ın eylemlerinde ortaya çıkan kayıp silâhlar arasında bağlantı kurdu, Narin’in katledilmesi tartışmaları ile konunun üzerinin örtüldüğünü ifade etti, cinayetin işlendiği köyün Hüda-Par’lı olduğunu hatırlatıp konuyu Hüda-Par’ın Anayasa’nın ilk dört maddesini değiştirmek istemesine ve dolayısıyla laikliğe bağlayıp deli gömleğini düğümledi.[6] Sağlar ve benzerleri yıllardır, “şahsımın devleti, mafya devleti, şeriat devleti” goygoyu ile halkı uyutuyor. Onların kurduğu “mantık” bağlarında, sermaye, sömürü, sınıf, tarih, emperyalizm ve devlet yok. Üzerlerini örtüyorlar. Türkiye’de sol, bu “aydınları” ağzı açık izliyor. Aynı Sağlar, Tayyip Erdoğan’ın Abdülhamid ile kendi dönemi arasında maddî ilişkilerin bir zorunluluğu olarak kurduğu tarihsel/dönemsel bağı, mabeyin siyasetini bilmiyor veya bilinmesini imkânsızlaştırıyor.


The Muhalefetin fikir yürütme biçimi, sömürü ve araçlarını görmeyi engellediği gibi direniş imkânlarını da toprağın altına gömüyor. Başına ne geldiğini, neden geldiğini anlamayan milyonların yönetilmesine katkı sağlamış oluyor; köksüzlük duygusu ve umutsuzluk aşılıyor.

Bu babda bize düşen önemli bir görev, sömürünün ve direnişin tarihini, sömürü mekanizmalarının işleyişini ve dönüşümünü topluma doğru biçimde anlatmaktır. Bu iş, “popüler ve ses getirici” olmayabilir; zaten sansasyon ve etkileşim avcılığı tam da sosyalistlerin içine düştüğü tuzağın araçlarıdır. Yine bu iş, şablonları kırmayı da gerektirmektedir; huzur kaçırıcı, fikren de “risklidir.” Vadesini bilmediğimiz bir süre, sabırlı, Melamî meşrep bir tavırla yürümemiz gerektiği açıktır; bir inşa sürecinden geçmek şarttır. Mevcut solun orta sınıf bünyesine “sıkıcı” geleceği barizdir. Er veya geç, hakikatin üstündeki kir ve toz atılacak, devrimciler bu topraklarda tarihsel ve toplumsal bağlarını yeniden kuracaklardır. Türkiye’de sınıflı toplum ve onun çelişkileri geçmişte var olmuştur ve vardır. Bu hakikatin zorunlu sonuçları kendisini göstermiştir ve göstermektedir. Gerçeğimize bakmayı öğrenmeliyiz.

Onur Şahinkaya

23 Eylül 2024

Fotoğraf: İncirlik’teki DSS ajanları konsolosluk görevlileriyle birlikte bir etkinlik için toplanmış vaziyette görülüyor. 2019, Adana.

Dipnotlar:

[1] The Diplomatic Security Service – U.S. Diplomacy’s Global Force [Diplomatik Güvenlik Hizmetleri – ABD’nin Küresel Diplomasi Gücü], State.

[2] 14 Eylül 2024 tarih ve 32662 sayılı Resmî Gazete.

[3] “a) Yerli ve yabancı her türlü kurum ve kuruluş, tüm örgüt veya oluşumlar ve kişilerle doğrudan ilişki kurabilir, uygun koordinasyon yöntemlerini uygulayabilir. b) Kamu kurum ve kuruluşları, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu kapsamındaki kurum ve kuruluşlar ile diğer tüzel kişiler ve tüzel kişiliği bulunmayan kuruluşlardan bilgi, belge, veri ve kayıtları alabilir, bunlara ait arşivlerden, elektronik bilgi işlem merkezlerinden ve iletişim alt yapısından yararlanabilir ve bunlarla irtibat kurabilir. Bu kapsamda talepte bulunulanlar, kendi mevzuatlarındaki hükümleri gerekçe göstermek suretiyle talebin yerine getirilmesinden kaçınamazlar.” (17 Nisan 2014-6532 sk.m.3).

[4] 2014’te Suriyeli göçü belirgindir fakat aynı yıl diğer tüm büyük gruplarda belirgin artış vardır, bu durum yakalanan kişi sayısının dağılıma da yansımıştır, genel bir dış, iç ve ekonomik politikaya işaret etmektedir. Yakalanan kişi sayısının artması, devletin göçe taviz göstermemesine işaret etmez, zira 2013’te Suriyeliler yasa değişikliği ile koruma statüsüne alınmışlardır. Aynı yıl imzalanan Geri Kabul Anlaşması ise 2014’te yürürlüğe girmiştir. AB ülkelerine göç etme isteği ve Geri Kabul Anlaşması’ndan çekinerek Türkiye’de kayıt bırakmak istememelerinin de etkisiyle, kayıt yaptırmayan çok sayıda Suriyeli yakalamaya maruz kalmıştır. Türkiye göçmen nüfusu, kaydetmek, işçileştirmek ve Türkiye’de tutmak istemektedir.

[5] Geçtiğimiz günlerde verdiği röportajda Dışişleri Bakanı, Türk devletinin dış etkinliğine bağlı olarak yürürlüğe konan reorganizasyonu, reorganizasyonun MİT’ten başladığını, bu süreçte Diplomatik Güvenlik Genel Müdürlüğü’nün ABD örneğine bakılarak oluşturulduğunu birinci ağızdan ifade etmiştir. Bkz. Mülâkat, 19 Eylül 2024, MFA.

[6] Sansürsüz Programı, Halk TV, 20 Eylül 2024, Youtube.