Loading...

Şehir Devlet ve Zor Aygıtı (III)


Polis, çıkışı itibariyle şehre ait bir kavramdır. Ancak şehir uzun zamandır kendi başına idare edilen bir birim olmaktan çıkmış vaziyettedir. Düz bir süreçten bahsetmiyoruz. 16.yy.’da belirginleşen evrensel eğilim, mutlakî idareler altında merkezîleşme yönündeydi. Aynı dönem, kır ekonomisinin dağılıp nüfusun şehirlere doluşmasına, polis adı verilen teknik ile bu yeni başıboş kitlenin işçileştirilmesine sahne oluyordu. Polis, o dönem itibariyle merkezîleşme ve özerkleşme gerilimlerinden etkilendi ve bu gerilimde aktör oldu; ekonomik merkezlerde, bu merkezlerin ve emek gücünün tanzimi için icat edildi.

Geçtiğimiz yazıda özel İstanbul polis örgütüne değinmiştik. Osmanlı ekonomisinde ekonomik değerlerin toplandığı merkez olan İstanbul’da ayrı bir örgütün inşa edilmesi şaşırtıcı değildir ancak burada bırakmamalı, bir katman daha derine inilmelidir.

16.yy.’da kır yaşamının dağılması sonrası yaşanan nüfus hareketlerinin Türkiye versiyonunu teşkil eden Celâlîler, Anadolu kentlerinin üretici ve istihdam edici kapasite kısıtı gereği eğilip bükülemediler, buraları yıktılar. Celâlîler Anadolu’da polisle değil olağanüstü hâl valileriyle ve orduyla muhatap oldular. 16.yy.’ın son çeyreğinde Celâlî talanları karşısında Anadolu’dan büyük bir kaçış yaşandı; İstanbul ve çevresi kaçanlara yeni bir yurt oldu. Diğer yandan İstanbul, köyden kopup gelen genç bekâr erkekler için de belli bir istihdam kapasitesi gösterdi, Celâlî isyanı görmedi. 19.yy’a gelindiğinde polis, çevresine göre belli bir ekonomik ağırlık teşkil eden ve içerdiği nüfusu işçileştirme kapasitesi gösteren İstanbul’da vücut buldu. Batı’daki mekaniğin burada da türetildiğini görüyoruz. Türkiye’de sınıf savaşımlarının seyrinin esasta evrensel eğilimlerden ayrılmadığını ancak eşitsiz gelişme yasasının işlediğini bu örnekte de görmüş olduk. Bu noktadan itibaren, karşılaştırma yaparak sınamaya ve anlamaya çalışacağız.

Şehir temelli krallıklardan ulus-devlete ilerlerken, polisin izlediği seyre İtalya ölçeğinden bakmak, Türkiye ölçeğinde yürüttüğümüz sorgulama açısından verimli dersler temin edebilecektir. Günümüzde İtalya’da köy-kent-şehir merkezi ayrımı olmaksızın (“tren yolu” vb. özel alanlar hariç olmak üzere) bütün ülkeye askerî polis (Karabinyer – Arma dei Carabinieri) hâkimdir. Subay ve astsubaylardan oluşan bu gücün “Jandarma” biçiminde tercümesi eksik bir iştir. Roma’nın göbeğinde de dağ başındaki köy komünlerinde de Karabinyer “Karargâhlarıyla” muhatap olunur. Hırsızlıktan cinayete, yangından dolandırıcılığa bakmak; düzeni tesis etmek esasen bu gücün işidir. Karabinyer, gelinen aşamada şehir devletleriyle sonradan tesis edilen ulusal birliğin arasındaki bağı temsil eder. Meselenin merkezinde de, bu örnekte de yeni düzen inşası vardır.

Napolyon, 1805’te önce Fransa İmparatoru hemen sonra İtalya Kralı olmuştu. 1814’te birleşmiş Avrupa güçlerine yenilerek tahttan çekildiğinde, İtalya için yeni bir düzen ihtiyacı doğmaktaydı. Tahtına geri dönen Sardinya Kralı I. Victor Emmanuel, işgal sonrası olağanüstü yıllarda kendi ifadesiyle “iyi düzeni”[1] yeniden tesis etmek üzere askerî polisi devreye sokacaktı. Savaştan ve işgalden henüz çıkılmış, iç düzen inşası ise yeni başlamıştı. Fransız işgalinin tümüyle sonlanması, ülkedeki siyasî birliğin yeniden tesisi, krallığın ihyası ve eşkıyalık gibi sorunlar henüz çözülmüş değildi. Krallık ancak 1861’de yeniden kurulabilecekti. Yeni güvenlik gücü ne tam anlamıyla polis ne de asker olmalıydı. Bu nedenle İtalyan askerî polisi adını, tabancayla uzun namlulu tüfek arasında yer alan Karabina tipi silâhtan aldı.[2] İtalya adım adım birliğe giderken Karabinyer güçleri bir yandan ilhak edilen veya edilmek üzere olan bölgelere konuşlanıyor, ilhak hareketine katılıyor, aynı zamanda ülkede yaygın olan eşkıya örgütleriyle savaşarak iç düzeni tesis ediyordu. 1871 yılında son işgal güçleri de ülkeden çıkarılıp Roma başkent ilân edildiğinde artık düzenin tutkalı olarak sistemin göbeğine oturmuşlardı. Bu güç, faşizm devrinde de düzenin her türlü bastırma ve önleme faaliyetini yürütmüştü. Modern İtalya, iç ve dış savaşın; askerle polisin biraradalığının açık laboratuvarı gibidir. Bugün dahi İtalya’da, güneyden kuzeye birbirine benzemez, Sardinya, Sicilya gibi bir kısmı kendi yasasını yapma hakkına sahip olan bölgeleri ve binlerce komünü ortak kesen güç askerî polis olan Karabinyerdir.

İtalya ve Türkiye örneklerini yan yana koyduğumuzda, polisin bir düzen aracı olduğu, “suçla mücadele”nin onun faaliyetinin ancak bir alt başlığı olabileceği, dış görünüşün aksine, tarihsel süreçte askerin ve polisin dinamiklerinin örtüştüğü, iç içe geçtiği, askerî polisin şehirle ulusal birlik arasında özel bir işlev gördüğü, özerk şehir idarelerinin varlığı hâlinde üniter yapının yeniden tesisi ve korunması sırasında askerî polise ihtiyaç doğduğu sonuçlarına varabiliriz.

Polisin askerîleşmesinin diğer bir dinamiği daha yakın tarihlerde ortaya çıkmıştır. 1960’ların sonundan itibaren azalan kâr oranlarıyla ters biçimde askerî polis birimlerinin güçlenmesi ve etkinliklerini artması gündeme gelir. ABD bu işin öncülüğünü yapmaktadır. Bu tarihlerden itibaren polis, teçhizat, eğitim ve şiddet teknikleri bakımından giderek askerîleşmektedir. Dahası bu özel polis birlikleri, giderek klasik polis birimlerinin işlevlerini üstlenmekte, olağan yakalama vb. işlere artarak dâhil olmaktadırlar. Aşağıda, ABD’de askerî polisin 1967’den itibaren katıldığı yakalama emrine dayanan (klasik yakalama işlemi) işlemlerin yıllara göre ve toplamda artışı gösterilmektedir.[3]


1995’te biten bu tabloyu Pentagon’dan polise aktarılan teçhizatın izini sürerek tamamlayıp başka bir açıdan günümüze getirebiliyoruz. 1033 Programı kapsamında ABD’de önce uyuşturucu ile mücadele adı altında, 1997’den itibaren ise tüm polis güçlerinin her türlü işinde Savunma Bakanlığı’ndan silâh, mühimmat ve araç temini mümkün hâle getirildi. 2006 mevzuat düzenlemeleri ile ABD, uzun süredir yürümekte olan askerî polis hâkimiyeti sürecinin bir devlet politikası olarak yürütüldüğünü ve geliştirileceğini âdeta ilân etti. Bu eşikten sonra Eric Garner’ın sokak ortasında boğularak katledildiği 2014 yılına kadar polise devasa boyutta tüfek, zırhlı taşıyıcı vb. teçhizat aktarımı yapıldı. 2015 yılına gelindiğinde polis önemli ölçüde askerî mühimmatla donatılmıştı, diğer yandan yükselen tepkilerin de önünün alınması gerekmekteydi, Obama’nın ikinci döneminin sonu ve seçimler yaklaşıyordu; 2015’ten itibaren alımlar önemli ölçüde kısıldı. Bu kısıtlamalar daha sonra 2017’de Trump tarafından kaldırıldı.

ABD’de polis tarafından öldürülen insan sayısı ise yıllara göre nispeten sabit kaldıktan sonra 2019’dan itibaren istikrarlı olarak artışa geçti. Artık her yıl iki bini aşkın insanın polis tarafından katledildiği kaydediliyor. Türkiye’de son 17 yılda polis tarafından öldürülen toplam insan sayısının 452 olduğu düşünüldüğünde, güvenlik aygıtı açısından rol modelin ne noktada olduğu daha açık biçimde görülecektir. Polise askerî ekipman aktarımı ile öldürme vakası arasında pozitif eşleşme mevcuttur. Aşağıdaki tablo 2013-2020 arasındaki ölüm vakaları dikkate alınarak hazırlanmıştır:


Kaynak

Türkiye’de de benzer bir tablonun varlığına işaret eden olgular mevcuttur. Elimizde ABD’de derlenen kadar detaylı rakamlar olmamakla birlikte, Polis Özel Harekâtın günden güne artan görünürlüğü ve etkinliği, 1983’ten 2017’ye statüsünün adım adım yükseltilmesi benzer eğilimlerin takip edildiğini göstermektedir.

Türkiye için fikir verecek üç önemli yakın tarih verisine daha sahibiz. 1996’da çıkarılıp 1999’da Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen yasayla “terörle mücadele” kapsamında polise “duraksamadan ve doğrudan” öldürme yetkisi verilmişti. Bu yetki, 2006’ya kadar uykuda kaldıktan sonra, daha da esnek bir versiyonu Ahmet Nejdet Sezer tarafından onaylanarak tekrar yürürlüğe kondu. Sezer, 1999’da AYM Başkanı sıfatıyla iptal oyu kullanmıştı. Bu olgu, yıllar bazında, ABD ile uyum gösteriyor.

İkincisi, terör operasyonları için bir yıl önce polise verilen doğrudan öldürme yetkisinin bir benzeri, 2007 yılında polis kanununda yapılan değişiklikle tüm yakalama işlemleri için verildi. Yine aynı yıllarda, ABD ile paralel gelişmeler görmekteyiz. Bu noktada, ABD polisine yapılan askerî aktarımın malî değeriyle kıyaslama yapacak olursak, bahsi geçen yılları takiben şöyle bir tablo ortaya çıkıyor:


Kaynak

Üçüncü gösterge ise darbe girişiminden hemen önce ve sonra polis ve jandarma teşkilâtlarında yapılan değişikliklerden çıkmaktadır. Bu yazı dizisinin ikinci kısmında da bahsettiğimiz üzere, jandarma ve polisin özellikle İstanbul’da yakın çalışması, zaman zaman belli semtleri birbirlerine devretmeleri veya jandarmanın İstanbul’da polis teşkilâtı altına girmesi görülmüş şeylerdi. 2016 Haziran’ında İl İdaresi Kanunu’nda yapılan bir değişiklikle TSK’nın şehir operasyonlarına katılması mümkün hâle getirilecek, bu durumda polis askerin emrine girecekti. İzleyen haftalarda, darbe girişiminden hemen sonra Jandarma, İçişleri Bakanlığı’na bağlanmış; devamında “polis ve jandarmanın ortak sokak devriyesi olarak” bekçilik yeniden düzenlenmiştir. Bu gelişmeyi Millî Savunma Bakanlığı’nın emekli Genel Kurmay Başkanlarına bırakılması takip etmiştir. Yoğun bir entegrasyon süreci idrak edilmektedir. 2017’de Özel Harekât Polis Biriminin yasal statüsünün yükseltilmesi, teçhizat alımlarının artması da bu sürece tekabül eder. Bu sürecin bir diğer bileşeni ise özellikle İstanbul şehir merkezinde artan Jandarma etkinliğidir. Jandarma tarafından, olağan soruşturmalar kapsamında, şehir merkezinde yapılan gözaltına alma ve Hasdal gibi jandarma merkezlerinde sorgulama vakaları görülmeye ve artmaya başlamıştır. Sistem bu gelişmeye hafif bir şaşkınlık sonrası derhal uyum sağlamış; mahkemeler sorun etmemiştir.

Gelinen noktada Türkiye’de polis, yetki ve teçhizat bakımından; kurumsal ve taktiksel açıdan ordu ile hiç olmadığı kadar yakınlaşmış vaziyettedir. Meselenin Osmanlı, İtalya örneklerinde görüldüğü üzere bölgeli idare ve merkezin güçlendirilip korunması açısında tarihsel bir bağlamı olduğu gibi, ABD ve yine Türkiye örneklerinde olduğu gibi kapitalizmin genel ihtiyaçları çerçevesinde güncel bağlamları da mevcuttur.[4]

Türkiye’nin girmesi muhtemel yeni siyasal süreçlerde, şehrin ve bölgelerin ekonomik ve siyasal olarak merkeze karşı yükselmesi hâlinde üniter yapının korunması, giderek kalabalıklaşan ve kozmopolitleşen kentlerin zapt edilmesi, sınır aşan ekonomik faaliyetin gereği olarak sınır aşan güvenlik faaliyetlerinin yürütülmesi açısından polisin askerîleşmesi mecburidir ve buna uygun bir süreç yürümektedir. Bu süreç evrensel eğilimlerle de örtüşmektedir. Dolayısıyla şehir devlet tartışmasında, onun zor aygıtının ne ve nasıl olacağı bir ölçüde cevaplanmaktadır.[5]

Diğer yandan, yakın gelecekte merkezci eğilimlerin galebe çalması hâlinde dahi asker ve polisin artık ayrı ayrı tahayyül edilemeyeceği bir döneme girilmiştir. Asker ve polisin ayrımının ulus-devleti işaret ettiğini savunan Giddens’ın bahsettiği ulus-devlet başka bir paradigmanın ulus-devletiydi. Asker ve polisin; iç savaş ve dış savaşın ayrı ayrı ele alınması önemli ölçüde 19.yy.’dan kalma liberal bir yanılsamadır; bu dönem fiilen biteli çok olmuştur ancak zihinleri yanıltan etkisi sürmektedir. Yazının kapsamı bu tartışmaya burada girmeye müsaade etmemektedir.

–yazı dizisi sonu–

Onur Şahinkaya

10 Eylül 2024

Dipnotlar:

[1] Le Origini [Kökenler], Carabinieri. “İyi düzen” salt Sardinya Kralının sloganı değil, polisin evrensel gayesi ve kapitalizm inşasındaki temel rolüdür, bu konuda Bkz. Mark Neocleous, Toplumsal Düzenin İnşası Polis Erkinin Eleştirel Teorisi, çev. Ahmet Bekmen, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2006.

[2] Karabina tipi tüfekler, hâlâ askerî polis birimlerinin ortak envanterinde yer alıyor, örneğin M16’dan evrilen “M4-Karabina” ABD, İtalya ve Türkiye’nin askerî polisinde bulunuyor. İlginç bir örtüşme ise yaylı bir kanca tipinin 1930’lardan itibaren “karabiner” ismini almasında ortaya çıkıyor. Bu âlet, dağcılıktan anahtarlığa güçlü ve zayıf; esnek ve katı pek çok bağı temin ediyor; istendiğinde kolayca açılıyor istenilmediği ise sıkıca kapalı duruyor. Bu ismin tüfek olan karabinadan türediği kayıtlı (Etymonline). Sözcüğün evriminin, askerî polisin işlevine dair dolaylı semantik bir ispat verdiğini düşünüyoruz.

[3] Peter B. Kraska ve Victor E. Kappeler, “Militarizing American Police: The Rise and Normalization of Paramilitary Units”, Social Problems, Cilt. 44, Sayı 1, Yıl 1997, s. 8.

[4] Azalan kâr oranları sayısal verileri ile askerî polis eğilimlerini başka bir çalışmada ele almayı düşünüyoruz.

[5] İtalya ve Osmanlı örneklerinde bölgeli yapı merkezîleşmekteydi, bugün merkezî yapıdan bölgesel yönetimlere geçilmesi tartışılmaktadır.