Pandemi döneminde kapanma ve nakdi yardım uygulamalarına paralel olarak yüksek miktarda para basılarak piyasaya pompalanmasının ciddi bir enflasyona yol açtığını ve enflasyon sayesinde sermayenin astronomik kârlar elde ettiğini, bu arada devletin bu kârdan payını aldığını Türkiye’nin Hazine Bakanlığı verilerine bakarak anlatmaya çalışmıştık.[1] Batıda kredi kaynaklarının yeniden organize edildiğini, bu şekilde enerji fiyatlarının artırılarak enflasyonun yükseltildiğine de aynı yazıda değinmiştik. Şimdi tekrar Türkiye’ye dönelim.
Halka Arz
Hisse senedi dağıtarak halka açılabilen anonim şirket yapısı, toplumun idare edilmesi için icat edilmiş tekniklerden birisidir.[2] Birbirini koşullayan anonim şirket ve kredi teknikleri birleştiğinde muazzam bir toplumsal idare aracı ortaya çıkmıştır artık.[3] Çok az bir sermaye, hisse senedi ihracı ve kredi mekanizmaları sayesinde geniş bir alanda kontrol sağlarlar. Bankalar bu sürecin merkezindedir. Öyleyse, “banka” yeni bir şey söylüyorsa, toplumsal alanda yeni bir şey yaklaşmaktadır.
Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu (CGFT) Kurucu Direktörü ve CDP Türkiye Direktörü Melsa Ararat, geçenlerde Borsa İstanbul’da kurulan Garanti BBVA İklim Endeksi hakkında şöyle konuşuyor:
“CDP tarafından şirketlere verilen İklim değişikliği derecelendirme notlarını kullanan ve Türkiye’de finansal sermayenin, iklim değişikliğini dikkate alan şirketlere aktarılmasına aracılık edecek bir yatırım endeksini lanse ediyoruz.”[4]
CGFT, Sabancı Üniversitesi Yönetim Bilimleri Fakültesi’nde, ekonomik ve sosyal kalkınmayı destekleyecek kurumsal yönetim konularına odaklanan, disiplinler arası ve sektörler arası bir “girişim” imiş. CGFT’nin önde gelen projesi ise CDP Türkiye’dir. Garanti Bankası, bu projenin (CDP’nin) Türkiye sponsoru. CDP şimdilik şirketleri skorluyor; yakında bu değerlendirmeler, şirketlerin kredi taleplerinin değerlendirilmesinde esas alınacak.[5] Epey yol alındığı anlaşılıyor:
Bu arada mevzuat da uygun hâle getiriliyor. Tam da pandeminin orta yerinde, 2 Ekim 2020’de Sermaye Piyasası Kurulu’nun (SPK) II-17.1 sayılı Kurumsal Yönetim Tebliği’ne şu hükümler ekleniyor:
“[Payları borsada işlem gören halka açık veya payları ilk defa ulusal pazarda halka arz edilecek]…Ortaklıklar sürdürülebilirlik ilkelerine tâbi olup, bu ortaklıkların kurumsal yönetim ilkelerine uyum raporlamalarında, sürdürülebilirlik ilkeleri uyum çerçevesi kapsamındaki açıklamalara yer verilir… Yıllık faaliyet raporlarında ayrıca, sürdürülebilirlik ilkelerinin uygulanıp uygulanmadığına, uygulanmıyor ise buna ilişkin gerekçeli açıklamaya, bu ilkelere tam olarak uymama dolayısıyla çevresel ve sosyal risk yönetiminde meydana gelen etkilere ilişkin olarak açıklamaya yer verilir…”
Hisse senedi ihracı ve kredi kaynaklarından aslan payını alarak piyasayı ve toplumu yöneten, küçük şirketlere hâkim olan büyük sermayenin yeni sınırı böylece çizilmiş oluyor. Bu ilkelerin tam olarak neler olduğu şimdilik muğlak; SPK’nın yayınladığı sürdürülebilirlik ilkelerine uyum zorunluluğu getirildiğinde son adım atılmış olacak. Piyasada ciddi bir elemeye şâhit olacağımız görünüyor. “Sürdürülebilirlik” adı altında şirketlerden sağlaması istenilen şartları (karbon azaltma, gerekirse karbon kotası satın alma, biyoçeşitlilik, rüşvetle mücadele, kadın istihdamı vb.) gerçekleştirmek için gereken finansmanı ancak sınırlı bir güçlü sermaye kesiminin sağlayabileceği, geri kalanın finansmana erişemeyip piyasadan çekileceğini bugünden görmek mümkün. “Sürdürülebilir” ekonomi söylemi bu şekilde anlam kazanıyor. Finansal döngünün çapı daralırken, çeperde dönen küçüklerin yere çakılması, paranın merkezde toplanması gayet sürdürülebilir bir model.
Garanti halkı neyle tehdit ediyor?
Ölçüm sistemi kurulmuş, akademi ve banka sermayesi sistemin başına oturmuş, mevzuat uygun hâle getirilmiş. Artık yeni sermaye düzenine yakınız. Tam da bu noktada Garanti Bankası’nın reklâmı yayınlanıyor. Reklâmda işe giremeyen, evlenemeyen, sokakta kabul görmeyen genç işçilerin “dramı”, sonra da uyum sağlayan, her adımı ölçülen, kontrol edilen ve böylece hayatı küçülenlerin “mutluluğu” işleniyor. Bu insan, yeni sermayenin insanı. Verilen mesaj çok net: Ya uyum sağlarsın ya da bitersin! Evlenemezsin, çalışamazsın, sokakta konuşamazsın!
Marx’ın tespitiyle, sanayi burjuvazisinin gelişmesi, sanayi işçisini koşullamıştı[6]; bugün yeşil sermayenin “garanti insanı” yaratma girişimlerine şâhit oluyoruz. Kapitalizme isyan edilmemesi de böylece garantilenmek istenmektedir. “Biyoçeşitlilik”, “rüşvetle mücadele” ve “kadın istihdamı”, nasıl “finansal sermayenin iklim değişikliğini dikkate alan şirketlere aktarılması” için birer bahane ise, evde harcanan su miktarı gibi büyük sermaye faaliyetlerinin yanında çevresel etkisi komik düzeyde kalan kriterlerin de, yeni tip emekçinin inşası için birer bahane olacağı görünüyor.
Sol “Tavır”
Anonim şirket denen tekniğin inşası ile, “gerçekten faal olan kapitalistin sadece bir yönetici, başkalarının sermayesinin idarecisi ve sermaye sahibinin sadece bir sahip, sadece bir para-kapitalisti hâline gelmesi [ile] anonim şirketlerde işlev sermaye mülkiyetinden ayrılmıştır ve dolayısıyla emek de üretim araçlarının ve artık emeğin mülkiyetinden tümüyle ayrılmıştı.”[7]
Bu yabancılaşma, aynı zamanda 19. yy. sanayi proletaryasının çilesinin de sebebi değil miydi? Günümüzde Agamben’in işaret ettiği; her anı kayıtlı, her adımı ölçülen, gizlisi saklısı ve savunması olamayan “çıplak bedene” doğru gidilmektedir. Yabancılaşmanın ulaştığı boyut, 19. yy.’daki gibi, burjuvazinin yeniden organizasyonunu ve bunun koşulladığı işçi tipinin organizasyonunu koşulluyor. Garanti reklâmı özünde bunu anlatıyor.
19. yy’ın sosyalistleri, geleneksel aile ve toplum yapılarını yıkan, şehir merkezlerinde toplumu çoluk çocuk sanayi kölesi hâline getiren yabancılaşmaya karşı; Çartist hareketle, 1848 devrimleriyle, örgütlenme, içki karşıtlığı[8] ve ahlâkî dayanışmayla karşılık vermeye çalışmışlardı. Peki, sosyalistler bugünkü yabancılaşmaya nasıl yanıt verecekler?
Garanti reklâmı, karbon ayak izi, CDP Türkiye, Borsa İstanbul, CGFT, yeşil hisse senetleri, Sabancı… Solun tavrı ne olacak? Bu meselede neyi “ileri”, neyi “geri” sayacak? Yaşamsal faaliyetleri günden güne daralacak olan insanın karşısında mı, yoksa yanında mı yer alacak? İşçi sınıfının, geniş yoksul yığınların çıkarlarının mı yanında yer alacak, yoksa orta sınıfların konfor sınırını mı muhafaza edecek? Utanacak mı, utanmayacak mı? Sahi, “garanti insanın” inşasına karşı tavırsız kalırsa soldan geriye bir şey kalacak mı?
Deniz Kuzey
1 Ekim 2022
*Manşet görseli: John Leech, The Jew and Skeleton Tailors [“Yahudi ve İskelet Terziler”], 19. yy., Kaynak
Dipnotlar:
[1] Deniz Kuzey, “Kâr Komplosu ve Kapitalizmin Yeni Yeşil Enflasyon Saldırısı”, 21 Ağustos 2022, Sosyalizm.org.
[2] “…geçmişte devlet girişimleri olan girişimler toplumsal girişimler hâline gelir… Yeni bir malî aristokrasiyi, proje tasarımcıları, kurucular ve sadece kâğıt üzerindeki müdürler kılığındaki yeni bir asalaklar türünü; şirket kuruluşları, hisse senedi ihraçları ve hisse senedi ticareti ile ilişkili olarak bütün bir dolandırıcılık ve hile sistemini yaratır. Bu, özel mülkiyetin denetimi altında olmayan özel üretimdir.” Karl Marx, Kapital, 3. Cilt, Çeviren: Mehmet Selik ve Erkin Özalp, Yordam Kitap, 1. Baskı, İstanbul, 2015, s. 439.
[3] “…anonim şirketler olgusu bir yana bırakıldığında, kredi, tek tek kapitalistlere ya da kapitalist sayılan kişilere, belirli sınırlar içinde, başkalarının sermayeleri ve başkalarının mülkleri ve dolayısıyla başkalarının emekleri üzerinde mutlak bir denetim kurma olanağı sağlar.” Marx, a.g.e., s. 440.
[4] “Borsa İstanbul, Garanti BBVA, CDP Türkiye iş birliğiyle Borsa İstanbul’da İklim Endeksi hayata geçti”, Sabancı Üniversitesi.
[5] CGFT, “Hakkımızda”, Sabancı Üniversitesi.
[6] “Sanayi proletaryasının gelişmesi, genelde, sanayi burjuvazisinin gelişmesi tarafından koşullanır.” Karl Marx, Fransa’da Sınıf Savaşımları 1848-1850, Çeviren: Sevim Belli, Sol Yayınları, 4. Baskı, 1996, s. 43.
[7] Marx, a.g.e., s.439.
[8] Alexander McKay, “Alkol, Uyuşturucu, Sol”, 17 Haziran 2022, İştirakî.