Kıdem Tazminatı Ne Zaman ve Neden Bugünkü Şeklini Aldı?
Türkiye’de sosyalist hareketin ve isçi sınıfının örgütlü mücadelesinin uzun bir aradan sonra 1969 yılı itibariyle güçlenmesi, işçi ücretlerinin yükselmeye başlamasını da beraberinde getirmiştir. 1971 Muhtırası sonrası sıkıyönetim şartları altında ücretlerde dönemsel bir erime yaşanmış; 1973 yılında itibaren sınıf mücadelesinin yeniden toparlanmasına paralel olarak reel ücretler yeniden artışa geçmiştir. 1975/76/77, reel ücretlerin zirveyi gördüğü yıllardır.
70’li yıllarda, sınıf mücadelesinin yükseldiği ülkelerde burjuvazi ve devletler, mecburen yüksek ücret ve sosyal hakları güçlendirme politikası izlerken bir yandan da alttan alta bugünkü sisteme hazırlık yapıyorlardı. Şili’de 1973’te, Arjantin’de 1976’da Amerikancı ve sermaye yanlısı askerî darbeler yapılmıştı. Bu kapsamda Türkiye’de 1975 yılında başa geçen Milliyetçi Cephe hükümeti, işçi sınıfının baskısı altında, kıdem tazminatını önce iyileştirmek zorunda kaldı; sonrasında ise ortadan kaldırmak için girişimlerde bulundu. O tarihe kadar yıl başına 15 günlük ücret üzerinden hesaplanan ve hak etmek için ilgili iş yerinde üç yıldır çalışmış olmanın şart olduğu kıdem tazminatı, 1975 yılında yapılan kanun değişikliği ile 30 gün üzerinden hesaplanır olmuş ve hak etmek için bir yıllık kıdem yeterli hâle gelmiştir. Aynı kanunla kıdem tazminatı tavanı (asgari ücretin 7,5 katı) getirilmiştir. Bu tavan daha sonra Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Yine bu kanunla, “yaşlılık, emeklilik, malullük, ölüm ve toptan ödeme hâllerine mahsus olmak” üzere kıdem tazminatının banka vb. kurumlarda oluşturulacak kıdem tazminatı fonu kurulması öngörülmüş, bir yıl sonra ilk fon taslağı ortaya çıkmış ancak hayata geçirilememiştir.
Kaynak: Koray Kaplıca, “Türkiye’de Asgari Ücretin Seyri”, 4 Ocak 2016, DoğrulukPayı.
12 Eylül Darbesinin hazırlıkları kapsamında, 1978 yılından itibaren devreye sokulan İstanbul Üniversitesi, Ankara/Bahçelievler, Maraş katliamları neticesinde, aynı yılın sonunda yürürlüğe konan sıkıyönetim koşulları altında reel ücretler sert biçimde erimeye başlamış; erimenin bir an durakladığı 1980 yılının 12 Eylül’ünde askerî darbe yapılmış, darbeden itibaren erime yeniden ve şiddetlenerek artmıştır. 12 Eylül idaresinin ilk işlerinden birisi kıdem tazminatına yeniden tavan getirmek olmuş; böylelikle kıdem tazminatı düzenlemesi hemen hemen bugünkü hâlini almıştır.
Kıdem Tazminatı Konusunda Kim Neyi Savunuyor?
İşçi Sınıfı
İşçiler kıdem tazminatını, işten atılmayı zorlaştıran ve işten atılma hâlinde çaresiz duruma düşmeye karşı bir güvence olarak görmektedirler. İşten atılmaya karşı bir güvence olmasının yanı sıra, evlenen kadınlar, malul olanlar, emeklilik yaşına gelenler, patronundan eziyet görenler, askere gidenler açısından, kıdem tazminatı en azından bir süre çalışmadan yaşayabilmek imkânı sunmaktadır. Özetle, maaşından başka geliri olmayan işçi sınıfı açısından kıdem tazminatı hayati önemdedir. Özellikle proleterleşmenin ve bununla ters orantılı olarak sendikasızlığın arttığı, sarı sendikaların göstermelik sözleşmelerle işçileri güvencesiz bıraktığı koşullarda kıdem tazminatı gibi bireysel bir işçi hakkının önemi artmıştır. Bugün çalışanların yaklaşık %80’nini oluşturan ve giderek mülksüzleşen kesim, bu nedenlerle kıdem tazminatları konusunda hassastırlar.
Kaynak: Ahmet Yılmaz ve Togan Karataş, “Türkiye Ekonomisinde Ücret ve Maaşlar: 1970-2021”, 2013/1, Çalışma ve Toplum, Dergi Park.
MÜSİAD
Sermaye, kıdem tazminatını her zaman bir yük olarak görmüştür. Ancak bu “sorunla” nasıl baş edileceği konusunda farklı sermaye grupları arasında görüş birliği yoktur. TÜSİAD’ın temsil ettiği sermaye kesimlerine göre daha düşük katma değerli, ihracat odaklı ve orta/düşük teknolojili üretim yapan, daha fazla işçi çalıştırmak zorunda kalan; maliyetleri içerisinde emek kaleminin oranı daha yüksek olan patronlar, kıdem tazminatının özel fonlara çevrilerek hem düşük işveren payı ödeyerek bu tazminattan tümden kurtulmayı hem de ortaya çıkan yeni finansal araçtan faydalanmayı istemektedirler. Bu görüşün öne çıkan temsilcisi MÜSİAD’tır; MÜSİAD, fonun kamu idaresinde olmasına da karşı çıkarak; özel şirketlerin fon kurmasını savunmaktadır.[1] Her ne kadar yıllar içerisinde MÜSİAD’ın bünyesinde büyük sermayeli şirketler belli bir ağırlık kazansa da Türkiye’de sermayenin genel yapısı itibariyle ciddi ağırlığı olan kobilerin odağı hâlâ burasıdır.
TÜSİAD
TÜSİAD’ın temsil ettiği, sermaye kesiminin toplam maliyetleri içerisinde emek giderleri diğerlerine göre daha az olmuş ve yıllar içerisinde daha hızlı erimiştir. Yüksek teknolojiye, yüksek katma değere ve geniş pazarlara ulaşan bu kesim, aynı zamanda para hareketlerini de belirlemekte, finansman sorunu yaşamamaktadırlar. Örneğin, Koç Holding’in 2022 yılı “personel gideri” toplam giderleri içerisinde ancak %5’lik bir paya sahip olmaktadır.
Kaynak: Koç Holding 2022 yılı Bağımsız Denetçi Raporu, KOC.
TÜSİAD’ın temsil ettiği sermaye kesimi de elbette personel giderlerini kısarak kârını daha da artırmak istemektedir ancak çoktan “düzenini oturtmuş” olan bu kesim için düzeninin bozulmaması, nitelikli iş gücünün kaybedilmemesi daha önceliklidir. Dolayısıyla kıdem tazminatı, yüksek teknolojili güçlü firmalarda, kıdemli ve nitelikli işçinin kaybedilmesi önünde bir engel işlevi de görmektedir çünkü kanuna göre işçi, kanunda gösterilen haklı nedenler olmaksızın işi bıraktığında kıdem tazminatından da vazgeçmiş olmaktadır. Bu nedenlerle TÜSİAD, kıdem tazminatını kaldırmak yerine, maliyet azaltmanın peşindedir; işçi sınıfının kazanımlarının geri alınarak 1975 yılı öncesine dönülmesini hedeflemekte, kıdem tazminatının 1975 öncesinde olduğu gibi 30 gün üzerinden değil de 15 gün üzerinden hesaplanmasını ve tavanın iyice düşürülmesini istemektedir.[2] Yıllar içinde reelde erimiş olan kıdem tazminatı, TÜSİAD’ın planı işlerse bütün işçiler açısından yarı yarıya düşecek, sayıları gittikçe azalan ve önemli bir kısmı büyük firmalarda çalışan yüksek ücretli işçiler açısından ise tavanın indirilmesiyle ikinci bir kayıp yaşanacaktır. Mevcut örgütsüzlük koşullarında, sosyal güvencelerin yokluğu gözetildiğinde, pula dönse de işçilerin kıdem tazminatına olan muhtaçlıkları ise değişmeyecek, bu senaryoda işçiyi kendine mecbur ederek kazançlı çıkan büyük sermaye olacaktır.
OVP ile Ne Getirilmek İsteniliyor?
Geçtiğimiz günlerde açıklanan 2024-2026 Orta Vadeli Programı (OVP) esasen bir önceki OVP’yi tekrar etmekte, son iki OVP’de kıdem tazminatı fonu demeden “Otomatik Katılım Sistemi” (OKS) adı altında fon düzenlemesi ön görülmektedir. Buradan, işçilerin sessiz direnişi neticesinde, Bireysel Emeklilik (BES) dayatmasından umulan finansal kaynağın yaratılamadığını da anlamış bulunuyoruz. Son OVP’de BES modelinin (OKS adı altında) bir miktar işveren katkısı ile kıdem tazminatı fonu hâline getirilmesi düzenlenmiş; 2024’ün son çeyreğinde yasa yapılması da ön görülerek hedef netleştirilmiştir. OVP’nin OKS’yi bir finans aracı olarak görmesi ve “finansal istikrar” başlığı altında düzenlemesi ise itiraf niteliğindedir.
1976 yılından bu yana nerede ise her hükümet döneminde, bir kıdem tazminatı fonu kanun taslağı gündeme getirilmiş; fon, OVP’den önce, AKP hükümetlerinin strateji belgelerinde ve programlarında da yer almış ancak gerek işçilerin tepkisi gerekse de sermayenin bu konudaki çıkar çatışmalarının etkisi ile hayata geçirilememiştir. Bugün yeni bir hamle ile karşı karşıya bulunmaktayız.
İşçilerden Yana Ne Talep Edilmeli?
Mevcut örgütsüzlük koşullarının tersine çevrilmesi, grev, sözleşme, sosyal haklar gibi kolektif hakların kazanılması elbette öncelikli olmalıdır; bireysel bir hak olan kıdem tazminatı kolektif hakların kazanılması hâlinde bugünkü kadar önemli olmayacaktır. Diğer yandan işçi sınıfının tarihsel olarak başına gelenlerle, bugünkü sorunları arasındaki bağı görmesi; sorunların da çözümlerinin de siyasî olduğunu kavraması için çaba sarf etmek de önemli görevler olarak durmaktadır. Kıdem tazminatı meselesi bu açıdan da önemlidir. İşçilerin bu hakkı bu kadar önemsemesinin altında yatan gerçekler dürüstçe bilince çıkarılmalıdır. İşçi sınıfının durumu kavranmalı; sermaye grupları, yapıları, tutumları tanınmalıdır.
Kıdem tazminatına yönelen güncel saldırı karşısında ise elbette somut talepler dillendirilmelidir. Kamuoyu karşısına çıkan yetkililer, “mahkemelerin karar verdiği kıdem tazminatının işçiler tarafından tahsil edilmediğini, bu nedenle fon kurmak istediklerini” dillendirmekten çekinmiyorlar. Buna karşı, tahsil edilemeyen kıdem tazminatı için hazine garantisi ve tazminatın hazinenden işçiye ödenmesinden sonra sermayedara karşı takip yetkisinin devlete geçmesi savunulabilir. 2020’de bir kısım Soma maden işçisi için benzer bir düzenleme yapılmıştı. Kamu kurumunda çalıştırılan taşeron işçilerin de benzer hakları vardır. Hukukta yeri olan bu türlü uygulamaların genelleştirilmesi mümkündür. Mevcut durumda, kıdem tazminatı dâhil işçilik alacakları tahsilde öncelikli olmakla birlikte, icrada kamu alacakları gibi bir kısım alacağın gerisinde sıralanmaktadırlar. Bazı durumlarda vergi, prim vb. alacaklardan, işçi alacaklarına sıra gelmemektedir. Siyasal iktidarın derdi “işçi alacağının tahsil edilememesi” ise, kamu alacakları ve diğer alacakların önünde, birinci sırada işçi alacaklarına yer verilmelidir.
İşçi sınıfı, siyasal sorunlar üzerine eğildikçe; kendi tarihi ve bugünü üzerine düşündükçe, burada yazılanlardan daha esaslı çözüm yollarını hızlıca üretecektir.
Onur Şahinkaya
19 Eylül 2023
Dipnotlar:
[1] MÜSİAD, “Kıdem Tazminatı Fonu Bir Model Önerisi”, 1997, s.39 vd., MÜSİAD; MÜSİAD, 1990-2001 MÜSİAD Ne Dedi, Ne Oldu?, 2. Baskı, 2002, s.12 vd., MÜSİAD; ‘MÜSİAD Ankara Şubesi Hizmet Sektör Kurulu üyeleri, düzenlenen toplantıda, hükümetin kıdem tazminatının bir fona devredilmesini öngören çalışmanın tekrar gündeme alınması gündeme getirildi.’ “MÜSİAD’da gündem kıdem tazminatı oldu”, 21 Mart 2013, İlGazetesi.
[2] TÜSİAD, “İstihdam Üzerindeki Yüklerin Hafifletilmesi Bağlamında Kıdem Tazminatı Müessesesi ve İşsizlik Sigortası Hakkında TÜSİAD Görüşü”, 2009, TÜSİAD.