Dünya Bankası verilerine göre, dünyadaki kentli nüfus oranı yüzde 54, Türkiye’de kentsel alanlarda yaşayan nüfus oranı yüzde 77’dir.[1] Bu da demek oluyor ki, hâlihazırda dünya nüfusunun yarısından fazlası kentsel alanlarda yaşamakta ve bu oranın 2050’ye kadar üçte ikiye çıkması öngörülmektedir. Bu kentlerde, küresel millî gelirin yüzde 85’i üretiliyor ve yine kaynakların yüzde 75’i kentlerde tüketiliyor. Bu veriler bağlamında; “kentsel yeniden dönüşüm/değişim, sürdürülebilir ekonomi, yeşil belediyecilik, döngüsel ekonomi” başlıklarının muhatabı doğal olarak yerel-yerinden yönetimler olmaktadır. Ve burada karşımıza, aslında Antik Yunan’dan beri bildiğimiz Şehir Devlet (veya site devlet: sadece bir şehir ile ona bağlı bölgelerden oluşan bağımsız devlet) kavramı çıkmaktadır.
Kapitalizm tarih boyunca önündeki engelleri kaldırarak yoluna devam etmiştir. 1800’ün sonlarında mutlak monarşiden, daha kolay kontrol edebileceği otoriter rejimlere –destekleyerek yahut büyümesini sağlayarak– geçmiştir fakat ortaya çıkardıkları kontrolsüz faşist yönetimlerin (Hitler, Mussolini) kullanım süresi dolunca ve dünyada sosyalizm tehdidi büyüyünce, İkinci Dünya Savaşı sonrası “demokratik parlamenter rejim” sistemi öne sürülmüştür. Bu yeni yönetim tarzı ile hedefindeki ülkelerdeki hükümetleri daha kolay kontrol etmek şansı elde edilmiştir. 1980’lerin sonlarına gelindiğinde, bu yönetim biçimi de kapitalizmin üretim ve pazar hızına yetersiz gelmeye başlayınca, yeni dünya düzeni adını verdikleri küçük uydu devletlerine ve nihaî olarak da şehir devletlerine geçiş yapmayı plânlamışlardır. Şehir devlet meselesi tek başına küçük devletçiklerin tezahürü gibidir. Özerk yapıları gereği ve de bir devlet gücünü elinde bulundurma özellikleriyle, aslında bugünün yeni dünyasının kriterlerine epeyce uymaktadır. Hem devlet hem de küçük; tam da kapitalizmin aradığı özellikte bir kontrol kolaylığı sunmaktadır. Nitekim Ortadoğu’da, yakın tarihte meydana gelen “turuncu ve kadife devrimler” ile “Yeni Dünya Düzeni”ne uygun siyasal sistemler dizayn edilmiştir. Ulus-devletler, yeni dünyanın modeline uygun biçimde dizayn edilebilmeleri için önce “federatif yapılara”, sonrasında ise hedeflenen “ŞEHİR DEVLETLERİ” projesine dönüştürülmektedir. Şehirler devletleşiyor, devletler küçülüyor.
Uluslararası (küresel) sermaye grupları, dünya ölçekli kredi kuruluşları, şehir yönetimlerinin mevcut etki alanını görüp/bilip yeni dünya düzeninin oluşumunun zeminini, diğer adıyla “Şehir Devlet” projesinin hayata geçirilmesini, pandemi sürecindeki merkezî (Dünya Sağlık Örgütü ve devletler) yönetim aklını şimdilerde yerel yönetimler aracılığıyla yerine getirmeye çalışmaktadır. Uluslararası kuruluşlar, şehirlerin yeşil, sürdürülebilir kent projeleri için kredi destekleri vermektedir. Bu kuruluşlardan biri olan Londra merkezli EBRD, Türkiye’de kamu ve özel teşebbüslerin kredi finansörlüğünü yapmaktadır. Altyapı, ulaşım ve deprem sonrası kalkındırma projelerine destek haberlerinde karşımıza çıkan Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’nın (European Bank for Reconstruction and Development) yatırım detaylarında, bankanın 2022’deki yatırımlarıyla Türkiye’deki toplam yatırımının 17 milyar avroya ulaştığı ve bu yatırımların yüzde 85’ini özel sektörün oluşturduğu görülmektedir. Bankanın geçen yıl 1.63 milyar avro yatırım yaptığı Türkiye’nin, EBRD’nin faaliyet gösterdiği ekonomiler arasında üst üste üç yıldır en fazla yıllık yatırım yaptığı ülke olduğu da dikkatlerden kaçmamaktadır.[2]
EBRD’nin Türkiye’deki yıllık yatırımlarının yarısından fazlasını yeşil dönüşümü ve düşük karbonlu ekonomiye geçişi desteklemek üzerine sağladığı fonlar oluşturmakla birlikte, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın Ispartakule-Çerkezköy Yüksek Standartlı Demiryolu projesine de fon sağladığı görülmektedir. Projeye destek sözleşmesinde EBRD’nin Sayıştay denetiminden muaf tutulmasını istemesi; devletlerin merkezî sisteminin dışında, doğrudan uluslararası sermaye denetiminde, müdahale edilemez bir yapı istendiğini göstermektedir. Yaptıkları finansman desteklerinin bu özel maddeler (örneğin, EBRD Türkiye ofislerine polisin girememesi vb.) sonrasında artması şaşırtıcı değildir.
“Bakanlığın verdiği söz doğrultusunda hazırlanan ve henüz taslak aşamasında olan sözleşme metninde, yeniden inşa edilecek demiryolu sektörünün Sayıştay denetimi dışında bırakılması plânlanıyor.”[3]
EBRD, kamu kuruluşlarının yanı sıra özel sektörde de yeşil dönüşüm/sürdürülebilir ekonomi desteği adı altında krediler vermektedir. Borusan Lojistik bünyesindeki Borusan Limanı’nın faaliyetlerini genişletmesi ve şirketin dijitalleşmesi için verilen 33.2 milyon dolarlık desteğin, greve giden sendikalı işçilerin işlerine son verildikten sonra verilmesi irdelenmesi gereken bir diğer meseledir.
EBRD’nin yeşil dönüşümlü kentlerden “Şehir Devletler”e geçişte önemli bir misyon taşıdığı aşikârdır. Sosyalizm.org sitesinde yayımlanan “Fatma Şahin, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası ve Antep’in Dönüşümü” başlıklı yazıda, Gaziantep’in model şehir olmasındaki etkisini okuyup bir perspektif edinmiştik. “Şehir Devlet” projelerinde; kendi yasaları, kendi sosyal hayat uygulamaları olan bu yeni sistemde çevreye duyarlı model şehirler adı altında yeni insan modelinin yolu döşenmektedir. Makul vatandaşlar olarak, şehrin sisteminde, en az karbon ayak iziyle (daha az seyahat, daha küçük evler, uzaktan çalışma, sınırlı enerji tüketimi vb.) yaşamımıza devam edip, karşılığında da ödül maması olarak hesaplarımıza yansıyacak olan puanlarla mutlu olacağımız vadedilmektedir. Aydın-sol kitlenin ikna edilmesi için konuşturulan/fonlanan burjuva bilim insanlarının, son zamanlarda özellikle deprem korkusuyla İstanbul’dan kaçmayı öğütlemesi de boşuna değildir. Kent; işçiden, yoksuldan arındırılacak, yerine tıpkı Antik Yunan’daki gibi belli bir burjuva elitinin sefasını süreceği “Şehir Devlet”e dönüşecektir. Deprem korkusu pompalayanların düşündükleri, insanların canları değildir. Nitekim öyle olsaydı insanlara kaçmayı öğütlemek yerine; devletten dayanıklı, kentin sosyolojisine uygun mimari yapılar inşa etmesini talep etmeleri beklenirdi. Söz konusu afet olunca da, iklim krizi olunca da ve hatta sağlık (pandemi) olunca da çözüm bireyden beklenmektedir. Çürük binada oturmamayı seçmek, maske takmak, evden çıkmamak, duşta beş dakika az kalmak tüm sorunlara çare olacaktır. Çünkü kapitalizm tüm bu sorunların kaynağını bireye indirgemektedir. Sistemin kendisinde hiçbir kusur yoktur, kusurlu olan bireydir ve kusuru çözmesi gereken de odur. Gerekirse şehrinden, mahallesinden, evinden gitmesi gereken de odur. Daha küçük evlerde yaşamaya özendirilen hayatlar, daha azıyla mutluluğun yakalanması vaadi, kapitalizmin kendinden tasarruf etmesi değildir; aksine, insanların hasbelkader edindikleri mülklere el koyma oyunudur. Afet yasası adı altında mülklere zorunlu el koymak boşuna değildir.
İstanbul, İmamoğlu
Model şehir projesi sadece Antep’le sınırlı değildir elbette. Bu, dünya genelinde uygulanmak istenen bir projedir ve bu model bugün esasen İstanbul’un gündemidir. Buna hem iktidardan hem de muhalefetten tam destek verilmektedir. Örneğin, Temmuz 2015’te yapılan Şehir İnsan Projesi organizasyonunda konuşan Faruk Çelik şunları söylüyor:
“Aradan zaman geçti, imparatorluklardan sonra başka devlet biçimleri geldi, ulus devletler geldi ve döngü sanki tekrar başa döndü. Gördüğümüz bir şey var, yeniden devletleri aşan bir biçimde şehirlerin bir anahtar rol oynadığını görüyoruz. New York, Amerika Birleşik Devletleri’ni aşan bir aktör hâline geliyor; İstanbul, Türkiye’den daha çok tanınan bir şehir; Tokyo, Japonya’nın bütün birikimlerinden daha fazlasını ifade eden birtakım uluslararası aktör hâline geliyor. Bu da şehirlerin artık geçmişteki şehir devletleri gibi ulus devletlerden sonra yeni siyasî aktörler olarak ortaya çıktığını da gösteriyor.”[4]
Ekrem İmamoğlu da 27 Aralık 2018’de ilk aday tanıtım lansmanında yaptığı konuşmada konuya yaklaşımını şu sözlerle dile getiriyor:
“İstanbul 16 milyona yakın nüfusuyla dünyanın en kalabalık 15’inci kenti. İstanbul ne metropol ne de megapol. İstanbul bir kentsel bölge. Avrupa’daki pek çok ülkeden büyük. İstanbul tek başına bir ülke olsa dünyanın en büyük 25-30 ekonomisinden biri olurdu. Bu yüzden İstanbul, Ankara’dan yönetilemez. İstanbul iradesi bağlı yöneticiler tarafından yönetilemez, yönetilemiyor. İstanbul eski model yöneticiler tarafından da yönetilemez, yönetilemiyor. Benim hayalimdeki İstanbul küresel bir marka kent.”[5]
Farklı zaman dilimlerinde, farklı cephelerden gelen benzer açıklamalarda, iktidar yahut iktidara aday siyasî temsilcilerin, aynı üst aklın ellerine tutuşturduğu metinleri tekrar ettiği görülmektedir. Dünyada artık iktidarlar küresel sermaye grupları tarafından tayin edilmektedir; bu bir gerçektir. Türkiye siyasetindeki iktidar adayları da bu gerçeğin bilincinde ve ona uygun açıklamalarda bulunarak yer kapma telaşındadırlar. Küresel sermayenin dönüşümündeki damarlarına kim daha çok kan taşıyacaksa, desteklenecek aday odur. Pek çok platformda dillendirilen bu yeni düzen konsepti, İstanbul’u sermayenin göbeğinde, kendisine ait yasalarının olacağı, kararların merkezden alınmayacağı bir kent durumuna ilerletmektedir. Bu bağlamda, 2028 yılı için başkanlık adaylığına talip görünen İmamoğlu’nun, hayalinin İstanbul’un küresel bir marka kent olduğunu açıkça deklare etmesi de tesadüf görünmemektedir, bilâkis bizatihi bu yeni düzenin en iyi oyun kurucusu olacağına dair teminatlar vermektedir. İmamoğlu’nun 2019 yılında İBB Başkanı olarak seçildikten kısa bir süre sonra (13 Kasım) Chatham House (Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü) ve dünya devi yatırım ve finans şirketleriyle buluşması hafızamıza kaydetmemiz gereken bir mevzudur. 2023 yılına gelindiğinde Türkiye’nin ilk yerel yönetim yeşil tahvilini ihraç edeceğini duyuran İBB, sadece birkaç gün içinde, 5 yıl vadeli toplam 715 milyon dolar tutarındaki Türkiye’nin ilk belediye yeşil tahvilini Londra Borsası’nda ihraç etmişti ve Londra Borsası yatırımcılarına arz edilen yeşil tahvile, gün sonuna kadar 2.6 milyar dolar gibi rekor bir talep gelmişti. Fakat yasal izin 750 milyon dolar ile sınırlı olduğu için bu rakam karşılığında satış gerçekleşmişti. Bu satış İBB’nin resmî sayfalarında gururla açıklandı. EBRD gibi, burada da karşımıza Londra’nın çıkması tesadüf olmaktan çoktan çıkmış olmalı.
Yine kısa zaman önce gündeme düşen İGDAŞ’ın özelleştirilmesi konusunda, İBB Malî Hizmetler Daire Başkanı Neslihan Vural, bir iş insanı olarak özelleştirmeden yana olduğunu, İstanbul’un Türkiye ekonomisinin üçte birini oluşturduğunu, Şehirde fonlamaya ihtiyaç duyan bir dizi proje bulunduğunu beyan etmişti. Vural, “Tüm projelerimiz yeşil veya ESG bağlantılı [ESG: Çevresel, sosyal ve kurumsal yönetişim. Bu kavram 2004’te BM Küresel İlkeler Sözleşmesi’nde şekilleniyor –yn]. Bu yüzden finansman mevcut olacak,” değerlendirmesini yaptı. Vural, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in kasım ayında çıkılan 715 milyon dolarlık İBB yeşil tahvil ihracını onayladığını ve aralarında 925 milyon dolarlık kredi hattının da olduğu dört metro projesi finansmanının onaylanmasının beklendiğini belirtti.
Vural, İBB’nin bu yıl sermaye piyasaları ve EBRD gibi uluslararası finans kuruluşlarından 1 milyar avroluk (1.1 milyar dolar) finansman sağlamayı hedeflediğini duyurdu.[6]
İBB Malî Hizmetler Daire Başkanlığı’ndan, İGDAŞ özelinde açıklama yapılsa da kapsamında İSPARK, Hamidiye Su ve Halk Ekmek’in de olduğu, aslında büyük çaplı bir halka arzın masada olduğu gün yüzüne çıktı. Bu haber İmamoğlu tarafından hızlıca gündemden düşürülse de yeri ve zamanı geldiğinde nihaî amacına ulaşacağı aşikârdır. Önceki dönem İBB Meclisi’nden köy su giderlerinin 4 katına çıkarılması önergesinin kabulünü belediyenin Meclis çoğunluğu engellemişti. Yeni dönemde Meclis çoğunluğu da CHP’de olan İBB, bu önergeyi yeniden verecek mi göreceğiz. Yeni bir servet transferi oluşacağı kesin. Tam da bu gündemin arkasından, Mehmet Şimşek’in kamuda tasarruf paketi paylaşıldı. Ne hikmetse her şeyde kemer sıkılacaktı, hatta vergi kaçakçılığı için ihbar hattı bile olacaktı ama yeşil dönüşüm projelerine destek tam gaz devam edecekti.[7]
Özelleştirme ve dönüşüm bahanesiyle küçük ölçekli işletmelerin batışı kaçınılmaz görünmektedir. Yeni bir servet transferi, mülksüzleştirme harekâtı hazırlanmaktadır.
Bundan sonra olacakları hepimiz göreceğiz ve ses yükselteceğiz ama esas mesele, özellikle Saraçhane mitinginde Ekrem İmamoğlu’na önderlik misyonu atfeden “Sol” çevrelerin, yeni dünya düzenindeki işçiden, yoksuldan arındırılması hedeflenen “Şehir İstanbul”un temsilciliğine aday olan İmamoğlu’nun peşinden gitmeyi bırakıp yüzünü ne zaman yoksula döneceğidir.
Azime Molak
9 Haziran 2024
Dipnotlar:
[1] “Kentsel-Kırsal Nüfus Oranı”, CSB.
[2] “Türkiye, 2022’de EBRD’nin en fazla yatırım yaptığı ülke oldu”, 26 Ocak 2023, AA.
[3] Çiğdem Toker, “EBRD kredisi nelere kadir: Bir ‘serbestleşme’ hikâyesi”, 15 Eylül 2023, T24.
[4] “Şehirler geçmişteki şehir devletleri gibi ulus devlerden sonra yeni siyasi aktörler olarak ortaya çıkıyor”, 5 Temmuz 2015, KTB.
[5] “CHP’nin İstanbul Adayı Ekrem İmamoğlu 5 Hedefini Açıkladı”, 27 Aralık 2018, Haberler.
[6] “İBB, İgdaş’ı halka arz etmeyi planlıyor”, 16 Mayıs 2024, Bloomberght.
[7] “Kamuda Tasarruf ve Verimlilik Paketi”, 13 Mayıs 2024, HMB.