Loading...

Toplumsal Tarih Dergisi Şubat 2025 Sayısı Üzerine (II)


Yazının birinci kısmını, mevcut “Batı merkezci, kimlikçi, kültürcü sol ortam”ın, Toplumsal Tarih dergisinde TKP tarihine yapılan işlemin zeminini teşkil ettiğine işaret ederek bitirmiştik. Bu konu üzerinde biraz daha durup, ardından dergide yayımlanan dosya çalışmasında takip edilen işlemlere döneceğiz.

Mesele örneklenerek kısaltılmazsa, bu çalışmanın kapsamını aşacaktır. Bugün solun genel vaziyetini ifade eden “Batı merkezci, kimlikçi, kültürcü sol” tanımlaması, 1990’lı yıllarda öne çıkarak karşılığını ÖDP’de buluyordu. Bu yıllarda, TKP bakiyesi kadroların ÖDP’de yer bulduğuna da şahitlik ediyorduk. İlk bakışta geleneksel farklılıktan kaynaklı olarak bu vaziyet garip geliyordu; son TKP ve TBKP Sekreteri, Sovyetçi Haydar Kutlu’nun daha sonra AB’ci olması gibi. Meselenin sınıfsal damarlarla ilgili olduğu günden güne açıklık kazandı. O tarihteki şaşırtıcı örtüşmelerin, yalnızca “Sovyetler’in çözülmesinin yarattığı ideolojik ortam” ile açıklanamayacak tarihsel kökenleri vardı.

Suphilerin katlinden de önce, gövde olarak Almanya ve Şefik Hüsnü nezdinde fikren Fransa kökenli Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası’nda (TİÇSF) vücut bulan Batılı, aydın ve öğrenci kadro profili en nihayetinde sınıfsal bir aidiyete sahipti. Orta sınıf kökenli olmak başka, varlığını o zeminde hep yeniden tahkim etmek ise başka bir meseledir. TKP tarihi irdelemelerinde genelde kaçırılan şudur: Laikçi Clarté’nin (Aydınlık) takipçisi, İzmir İktisat Kongresi’nin bileşeni, İstanbullu TİÇSF, legal faaliyetin mümkün olmadığı yıllarda TKP adı altında kendisini var etmiştir; bu bir sınıfsal iradenin dışavurumudur. Sosyalist hareketin girdiği bu kalıp, temelde değişiklik göstermeden çeşitli uğraklardan günümüze gelmiştir. 1946 yılında önce sendika ve sınıf partilerinin önünün açılması, altı ay sonra bunların üzerine çullanılması şeklindeki komplonun neticeleri devlet tarafından raporlanırken, TİÇSF’nın devamlılık meselesi şöyle tespit edilmiştir:

“Komünist Şefik Hüsnü’nün kurduğu ‘Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’ ayni şahsın 1919 da kurduğu ve o zamandan beri faaliyetini asla durduramamış [TİÇSF kastediliyor –yn.] olan Türkiye Komünist Partisi’nin, hattâ o zamanki, isminde bile esaslı bir değişiklik yapmaksızın resmiyet ve aleniyet sahasına çıkmasından başka bir şey olmadığı görülüyor. Gerçekten T.S.E.K.P. merkez ve şubelerinde ve şimdi kurdukları sendikalarda vazife alan kırk dokuz kişiden 34’ü maruf ve sabıkalı komünist lider ve ajanlarıdır. Sadece bu vakıa bu Partinin 1919’dan beri muhtelif şekil, isim ve hüviyetler alarak temadi etmekte olduğunu göstermektedir.”[1]

TİÇSF kuruluşunu takip eden yıllarda, Cumhuriyet’in ilânından sonra, 1946 yılının ortasından sonuna kadarki dönem, sosyalist partilerin legal sahaya çıkabildikleri ilk belirgin aralıktı. Bu aralıkta derhal TKP içindeki esas ayrılık da su yüzüne çıktı. Lafı uzatmaya gerek yok, temelde illegal TKP’de alınan karar üzerine kuruluşuna geçilen, Mustafa Börklüce’nin ve diğer Suphici kadroların ön ayak olduğu Türkiye Sosyalist Partisi (TSP) ile Şefik Hüsnü’nün TİÇSF’nin devamı niteliğindeki Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi (TSEKP) sahada derhal ayrıştılar. İlerleyen yıllarda solun legale çıkış anları bu kesiğin izini taşıdı, sınıfsal tercihler kendisini belli etti.


1974 yılı da Türkiye Sosyalist İşçi Parti’nin (TSİP) kurulmasıyla, 12 Mart sonrası sosyalistlerin legale çıktığı bir başka belirgin andı. TSİP kurulurken İlke dergisi, 1974 Temmuz sayısında geleneğini işaret edecek biçimde beş parti programı yayımladı:

Bahsettiğimiz geleneğin düz bir kadro ve teşkilât sürekliliğini ifade etmediği açık. TSİP kurulduktan bir süre sonra Kıvılcımcı kadrolar uzaklaştı; parti ağırlıklı olarak yaygın bir “öğretmenler hareketi” zeminine oturdu; 70’li yıllarda kâh CHP’ye kâh TİP’e oy verilmesini istedi. İşte bu TSİP’in kurulurken TSP programına yer vermemesi kadar, peş peşe TİÇSF’nin ardına TSEKP’i eklemesi anlamlıdır. Bilinçli tercihler söz konusudur. “Bulaşık” işler bir kenara atılarak yola çıkılmıştır. TSİP’in tutumuna dikkat çeken, TSP’nin tarihten silinmesine tepki gösteren ise yine steril sol bir sahadan seslenmeyen Cemil Meriç olacaktır, dergi çıkar çıkmaz (21 Temmuz 1974) şu satırları kaleme alır:

“Üslubu ile, yaşayışı ile Osmanlı idi Esat. Yani bizden birisi idi. Belki megalomandı biraz. Başka nasıl olabilirdi? Türk düşünce tarihinde yerine oturtulmadı. Ne makaleleri toplandı, ne aksiyonu değerlendirildi. Bu iş Attila’ya düşerdi belki. Mesai arkadaşlarından kimse kalmadı. Hüsam, Sarı Mustafa, Reşit Bey öldüler. Attila bazılarınca polis olarak damgalandı. Tanrıkut çıldırdı. Son “ilke” dergisinde Türkiye’deki Cumhuriyet devri sosyalist partilerinin programları sergilendi. Yalnız Esat Adil’in partisi yok.”[2]

Bir zamanlar “eleştirel Sovyetçi” olmakla nam salmış TSİP’in o kadar da eleştirel olmadığını da görme fırsatı veriyor bu vaka bize. Sovyetler’in Türkiye politikaları ve özne tercihleriyle uyum söz konusudur. Vaktiyle Suphi önderliğindeki, savaşmaya niyetli ve Doğulu TKP’nin kuruluşunu Komintern kayıtlarına aldırtmayan Sovyetler[3] ilerleyen yıllarda TSP’nin faaliyetlerini de görmezden gelecek, onun yerine TSEKP’yi tercih ederek öne çıkaracaktır.

“SSCB Bilimler Akademisi’nin Sovyetler’e ‘yakın’ TKP’nin legale çıkmış partisi olarak kabul edilen Şefik Hüsnü’nün TSEKP’si lehine tarafgirlik yapması çok da şaşırtıcı değildir. Şaşırtıcı olan, yukarıda aktarılan metinde Akademi’nin ‘tek ilerici yasal parti’ diyerek övdüğü TSEKP’nin program maddeleri olarak sunduğu ilkelerin bu partiye değil, ‘sahte demokratizm ve reformculuk’la malul olduğunu iddia ettiği TSP’ye ait olmasıdır. Akademi’nin yazdığı ‘tarih’ başka hatalar ve tarafgirliklerle de maluldur. İleride anılacak ‘16 Aralık 1946 Harekâtı’ ile kapatılan TSEKP’nin yerine (belki 1919’da Şefik Hüsnü önderliğinde kurulan Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası ile karıştırarak) TSİÇP adlı varolmayan bir partiden söz eder; ‘53’ler’ davası olarak andığı, 14 Temmuz 1948 günü sonuçlanan (‘46 Komünistin Duruşması Dün Sona Erdi’, Yeni Sabah, 15 Temmuz 1948; ‘Komünist Faaliyeti Yapanlar Mahkum Oldular’, Vatan, 15 Temmuz 1948) yargılama sürecinin 1947 yazında bittiğini kaydeder; Harekâtla kapatılan yayın organlarından yalnızca TSEKP’ye yakın dergilerin (Ses, Söz, Sendika) adlarını anar; aynı yargılama sürecine tâbi tutulan TSP’nin kapatıldığından söz etmez ve fakat şöyle bir dipnotu düşer: ‘Türkiye Sosyalist Partisi yöneticileri ve bu arada Esat A. Müstecablıoğlu da bu sırada tutuklandı, ancak kısa süre sonra serbest bırakıldı.’ (SSCB Bilimler Akademisi, 1978: 24) ‘Yerli sol’un önemli bir kısmının TSP’ye ve Esat Adil’e dair görüş ve tavırları da büyük ölçüde Akademi’nin tavrına benzerlik göstermektedir.”[4]

Yukardaki satırların yazarı Özgür Gökmen, o günlerde (1998) ÖDP’lilerin TSP’yi tarihe gömen ve TSEKP’i öne çıkaran tavrını da aynı çizgide somut biçimde örneklemektedir. 1919’dan 1946’ya, oradan 1974’e ve 1990’lara ve bugüne uzanan sınıfsal ve ideolojik bir hat mevcuttur. Toplumsal Tarih dergisinin Şubat 2025 sayısına hâkim olan anlayış bu silsileye bağlıdır. Sarı Mustafa (Börklüce) gibi Suphici kadroların “TİÇSF çizgisini” mahkûm ederek, toplanmak durumunda bıraktıkları Akaretler Kongresi’ne bugün uygulanan teorik işlemler, yukarıda örnekleri verilen önceki işlemlerin bir türevidir. Üçüncü yazıya, Toplumsal Tarih’in dosyasında hiç bahsi açılmayan bu meseleyle başlayacağız.

–devam edecek–

Tevfik Atmaca

10 Mart 2025

Fotoğraf: Birinci Tüm Rusya Müslüman Komünistler Kongresi’nde çekilmiş bir hatıra fotoğrafı, 1918, Sultan Galiyev, ayakta sağdan ikinci, Suphi ayakta sağdan altıncı sırada.

Dipnotlar:

[1] TBMM, 8. Dönem 4. Cilt 37. Birleşim, s. 73.

[2] Cemil Meriç, Jurnal, 2. Cilt, 1966-83, İletişim Yayınları, 3. Baskı, 1993, İstanbul, s.194.

[3] İlk yazıda değinilen bu meseleyi daha net ifade etmek gerekir. 10 Eylül 1920 Kongresi, Komintern kayıtlarına alınsa idi, 29 Aralık 1921’de Suphi ve yoldaşlarının katlinden sonra 16 Mart 1921 Türk/Sovyet Antlaşması’nın imzalanması zora girerdi, dahası bu üç aylık sürede ne Sovyetler ne de Komintern bileşenleri süreci sessizlikle geçiştirebilirlerdi. Şöyle de denebilir: Suphi ve yoldaşlarının maraz çıkaracağı, devrimcilik yapacakları öngörülmekteydi.

[4] Özgür Gökmen, “Çok-partili Rejime Geçerken Sol: Türkiye Sosyalizminin Unutulmuş Partisi”, Toplum ve Bilim, 1998, s. 170. Yukarıdaki Cemil Meriç ve İlke dergisi hadiselerini de bu makaleden öğrenerek kaynaklarına gittik.