Geçtiğimiz yılın Kasım ayında Küba Cumhuriyeti adına Türkiye’ye bir ziyaret gerçekleştirildi. 1996 yılından bu yana ilk kez başkanlık düzeyinde gerçekleşen bu ziyaretle birlikte; ortaya TC, TKP ve Küba’dan oluşan bir tablo çıktı. Bu vesileyle, bahsi geçen üç aktör arasındaki ilişkiler ağını irdeleyecek, olanaklar dâhilinde iz sürmeye çalışacağız.
Bir önceki çalışmada, TKP isimli grubun, Devletin “sol” eli olduğu ortaya konulmuştu.[1] Devletin kendi “solunu” nasıl inşa ettiği SİP örneği üzerinden gösterilmiş, ancak iç politikadaki işlevi ile sınırlı tutulmuştu. Adı geçen grubun, aynı zamanda Küba’nın pazarlanmasını da tekeline alabilmiş bir şirket olmasından dolayıdır ki, bu kez de mesele Devletin güdümündeki bir yapının dış politika bağlamındaki işlevi üzerinden irdelenecektir. Her ne kadar bağımsız bir çalışma olsa da, bir önceki çalışmanın devamı niteliğinde okunması daha faydalı olacaktır; aksi takdirde, buradaki soru ve iddialar kolaylıkla “komplo teorisi” sayılabilecektir.
I.
Küba Devrimi, şüphesiz, tarihimizin bir parçasıdır ve savunulmalıdır. Ancak bu savunma kimi çevrelerde ve özellikle burada muhatap alınan grupta gerçeğin çok uzağında bir illüzyona sahiptir ve nihayetinde bu durum, Küba’yı karalamak için çırpınan anti-komünistlerle; onu kutsayan “komünistlerin” aynı madalyonun farklı yüzlerinde buluşmalarına vesile olmaktadır. TKP, Küba’yı savunma meselesini neredeyse tekeline almış ve bunu o kadar abartılı bir hâle getirmiştir ki, bir müddet sonra bu pratik, savunmadan ziyade pazarlamaya dönüşmüştür. Pazarlama, şirket olarak tanımladığımız bu yapı için en uygun ifadedir.
Niyetimiz, Küba’daki devrimin niteliği ve bir tarih anlatısına girişmek olmadığı gibi, bazı dönemeçleri kısa tutmak kaydıyla değerlendirmemiz gerekmektedir. İlk olarak; Küba’da gerçekleşenin, bir sınıf savaşımının sonucu olmadığı söylenmelidir. İşçi ve köylü hareketinden ziyade, küçük burjuva aydınlardan oluşan bir grup tarafından, ABD’nin arka bahçesi olarak işletilen bir ada ülkesinde, ulusal demokratik devrim hedefi ile sürdürülen bir mücadele ve zafer söz konusuydu. Öyle ki, devrimden hemen sonra Fidel Castro, en önemli bakanlarını da yanına alarak Nisan 1959’da ABD’ye gitmiş, CIA başkanı ve diğer yöneticilerle görüşmüştü. 23 Nisan’da bir basın toplantısı düzenleyerek ABD’ye güvenceler vermeye çalışan Fidel, “Küba’da ne faşizmin ne Peronizmin ne de komünizmin izi olmayan gerçek bir demokrasi kurmak istiyoruz,” demişti. Ayrıca, Amerikan Devletleri Örgütü toplantısına katılarak, “komünizm tehlikesinden sakınmak” için Latin Amerika ülkelerine yönelik bir Marshall Plânı başlatılmasını da önermişti.[2] Ne ki, ABD’den beklenen desteğin alınamaması, Küba’nın SSCB ile yakınlaşmasına yol açmıştı. ABD’nin bu duruma karşı tavrı sert olunca, Küba âdeta SSCB’ye muhtaç hâle gelmiş ve tam da bu noktada Küba’nın küçük burjuva önderliği “sosyalizmi keşfetmişti.” Plânlı ekonomiye geçiş, üretim araçlarının kamulaştırılması, dış ticaretin devlet kontrolünde olması, kumarhânelerin kapatılması gibi adımlar, büyük oranda Sovyetler Birliği ile kurulan ilişki ve oradan alınan destekle gerçekleşmişti. SSCB ile kurulan ilişkiden önceki sürece TKP yayınlarında pek fazla rastlanamamaktadır. Onlara göre, 1 Ocak 1959’da “halk iktidarı” kurulmuştur.[3] Öncesine dair en ılımlı ve isabetli yaklaşım, TKP yayınları arasındaki değerli bir çalışmada şu şekilde ifade edilmektedir:
“Küba devrimi sosyalist karakterde başlamamıştır. Ancak yerli ve yabancı sermaye sınıflarını, ulusal kalkınma çabası çerçevesinde toplamanın olanaksızlığı kısa süre içinde ortaya çıkınca, kaçınılmaz biçimde sosyalizme yönelmiştir. Öte yandan, ABD’nin ekonomik ve siyasal ablukasının kırılması yönündeki çabalar, Kübalı devrimcileri sosyalist sistemle dayanışmaya yöneltmiştir. Şubat 1960’ta imzalanan bir anlaşmayla, SSCB 5 yıl boyunca Küba’dan dünya piyasa fiyatları ile 5 milyon ton şeker almayı ve karşılığında rafine edilmiş petrol, demir, alüminyum, gübre ve teknik yardım sağlamayı kabul etmiştir.”[4]
Bu sürecin ardından sosyalist bir ülkenin inşasına başlanmış, sosyalist kampta yer alan SSCB dışındaki ülkeleri kapsayan bir dayanışma ağı kurulmuş, nihayetinde Küba, bugüne kadar görülen en nitelikli eğitim ve sağlık hizmetlerinin sunulduğu ülkelerden biri hâline gelmiştir. Alıntıladığımız çalışmada buna dair fazlasıyla veri bulunmaktadır. Bugün dahi, sürmekte olan insanlık dışı ablukaya rağmen eğitim ve sağlık hizmetlerindeki başarı önemli oranda korunabilmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki ortada SSCB’nin varlığı ile şekillenmiş olan bir sosyalist deneyim vardır ve ne yazık ki yine SSCB’nin intiharı ile birlikte, 90’ların hemen başında “reform” süreci başlatılmış, liberal eğilimler zuhur etmiştir.
Küba Komünist Partisi’nin IV. Kongresi (10-14 Ekim 1991) ile açılan bu yeni dönem, TKP (Gelenek-STP-SİP) tarafından “Küba Devrimi Sürüyor!” şeklinde sunulmuş, Küba’nın Türkiye maslahatgüzarı Victor Guerra Tulin ile bir söyleşi yapılmıştı.[5] TKP ile Küba arasında kurulan ilk temaslardan biri olduğunu sanıyoruz. İlginç olan, Gelenek arşivine bakıldığı zaman Küba ile ilgili çıkan ilk yazının bu olması. Liberal eğilimlerin ortaya çıkmasından hemen sonra TKP tarafından Küba’ya dost elinin uzatılması düşündürücüdür.
Buna şaşmamak gerekiyor çünkü benzer bir durum Sovyetler Birliği bahsinde de yaşanmıştı; orada kapitalist restorasyon (glasnost ve perestroyka) başladığı zaman, Kemal Okuyan tarafından “umut ışığı” olarak görülen konuşmanın sahibi Gorbaçov idi.[6] Yine glasnost ve perestroyka üzerine kaleme aldığı bir başka yazısında Okuyan, “Yeni bir canlanma döneminde Sovyetler Birliği’ni ve sosyalist sistemi hazırlamayı da içeren bütüncül bir yenilenme söz konusudur,” diyordu.[7] Muhtemeldir ki bu görüşlerin kaynağı, o dönem Gorbaçov’a övgüler yağdıran Yalçın Küçük idi.[8] Çünkü bu insanlar, yani Gelenek hareketi, Orhan Gökdemir tarafından kaleme alınan “Kelebekler, Kuşlar ve Komünistler Üzerine” başlıklı[9] yazıda da ifade edildiği gibi, civarda pek gözükmeseler de Yalçın Küçük’ün eteklerinde yetişmişlerdi. 2005 tarihli aynı yazıda “Türkiye Kuşlar Partisi” diye adlandırarak küçük gördüğü ve çeşitli eleştirilerde bulunduğu, üstelik “bu ahlâkla nasıl komünist olduklarını anlamadığı” bu cemaate, herhâlde sahip oldukları ortak tedrisattan olacak, yüksek ahlâkın bir timsali olan Gökdemir’in kendisi de dâhil olacak, hatta en önemli mevkilerden birine getirilecekti. Bu yüz seksen derecelik dönüş yapılırken tabiî ki kimsenin yüzü kızarmayacaktı. İçeriden çıkan her türlü aykırı sesin bastırıldığı bu cemaatin yayın organı, yani kamuya seslendiği kanal, nasıl olduysa dışarıdan ağır eleştiriler yönelten Gökdemir’e teslim edilmişti. Bu cemaate mensup olan cahil kadrolar bu ilişkilerden ve pazarlıklardan haberdar olmadıkları gibi, bu tür durumları sorgulayabilecek dirayete de sahip değillerdir çünkü kendi fanuslarında mutlu mesut solculuk oynarken, ülkede ve dünyada gelişen olaylardan haberdar değillerdir. Haberdar olsalar dahi, bunları yorumlayabilecek kapasiteye sahip değillerdir. Hâliyle, ortada sorun teşkil edebilecek bir durum bulunmamaktadır. Bu tipik bürokratik işleri ve etrafında uçuşan kuşları ve böcekleri şimdilik bir kenara bırakarak esas konumuza dönelim.
II.
1993 yılındaki bir Gelenek makalesinden öğrendiğimize göre, Kemal Okuyan o yıl Küba’ya bir ziyaret gerçekleştirmiş ve izlenimlerini yazmıştı.[10] Aylık periyodla yayımlanan Gelenek dergisinde, 90’lı yılların tamamı boyunca Küba ile ilgili çıkan yazıların iki elin parmakları kadar bile olmadığı görülmektedir. 2001 yılından itibaren ise, yani TKP adının SİP’e tescillenmesiyle birlikte Küba’ya olan ilginin dozajı bir anda artıyordu. O tarihten itibaren bu gruba ait tüm basılı yayınlarda ve haber sitesinde Küba konulu sayısız makaleye yer verilmiş, bir çok kitap yayımlanmıştır. Zamanla parti içi eğitimler, kamuya açık söyleşiler, internet üzerinden sayısız program ve akademik üretimler de bu çalışmalara dâhil edilmiştir. Çalışmaların temel ayağı olarak bir dernek ve ardından turizm şirketi kurulmuştur. Öyle ki, bu yazının yazıldığı sıralarda Küba Gerçeği isimli aylık çıkacak olan derginin ilk sayısı yayımlanmıştır. Yaklaşık iki yıldır 2023 seçimlerini bahane ederek tüm teorik ve akademik yayınlarını rafa kaldırmış olan TKP, ne hikmetse Küba ile Türkiye arasındaki ticarî antlaşmalardan hemen sonra, dünyanın öbür ucundaki bu adayla ilgili özel bir dergi çıkarmaya başlamıştır. Burada Küba sempatisini örgütlemek için ciddi bir çaba harcanmaktadır ve bu durum, solcu bir partinin sosyalist bir ülkeyle dayanışma göstermesi şeklinde açıklanacak basitlikte değildir. Eren Balkır’ın işaret ettiği gibi, bu Küba ilgisi, Küba’nın Batı ile, özellikle Avrupa ve oradaki sermayeyle ilişki kurmak için adım attığı günlerde başlamıştı.[11] Burayı kurcalamak, yazın alanının dışındaki faaliyetlere bir göz atmak gerekmektedir.
José Martí Küba Dostluk Derneği
Dernek; 2002 yılında, yani TKP isminin SİP’e tescillenmesinden hemen sonra, bu grubun kadroları tarafından Ankara’da kurulmuştur. Küba Büyükelçiliği’nin de desteklediği dernekte dans atölyeleri, film ve müzik seminerleri, söyleşi ve paneller gibi çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. Küba Halklarla Dostluk Enstitüsü (ICAP) ile koordinasyon hâlinde olan derneğin şu an Ankara dışında İstanbul, İzmir ve Antalya’da temsilciliği bulunmaktadır. Kitap ve broşürlerin yanı sıra, Küba Komünist Partisi’nin resmî gazetesi olan Granma da, dernek eliyle 2009 yılına dek aylık dergi formatıyla yayımlanmıştı. Faaliyetleri arasında Fidel’in doğum günü olan 13 Ağustos’ta, Türkiye’de ismi Fidel olan kişileri bir araya getirerek doğum günü kutlamak gibi komik işlerin de olduğu söylenmektedir.[12] Gerek internet sayfasında, gerekse kongre belgeleri arasında bu derneğin TKP’ye ait olduğu görülmektedir.[13] İlginçtir ki; Türkiye’deki AB fonlarını koordine edenlerden Tezcan Eralp Abay, George Soros’un fonladığı Bianet sitesindeki 2007 tarihli bir haberden[14] öğrendiğimize göre, geçmiş dönemlerde derneğin Yönetim Kurulu Başkanıymış. Abay’ın şeceresini bir önceki yazımızda aktarmıştık, tekrara lüzum yok.
Küba’nın Avrupa ile ilişki kurmaya başladığı yeni dönem 90’larda açılmış, 2000’lerin başından itibaren artarak devam etmiştir. Aynı tarihlerde, Türkiye’nin de Avrupa Birliği’ne uyum süreci başlamış; TKP ise bu siyasal atmosferin bir ürünü olarak sahneye çıkmış, daha doğrusu çıkarılmıştı. Yaptığı ilk işlerden birinin Küba Dostluk Derneği’ni kurmak, üstelik derneğin başına da partinin kaymak tabakasında bulunan ve Avrupa’dan Türkiye’ye akan fonları koordine eden kişiyi oturtmak oldukça şaibeli bir durum.
Bizim Ada Turizm
2014 yılında, TKP kadroları tarafından Ankara’da kurulmuştur. Adından da anlaşılabileceği gibi, Küba başta olmak üzere Latin Amerika ülkelerine gezi turları düzenlemektedir. Zamanla, Dersim’de “komünist başkan” Maçoğlu’nun TKP listesinden belediye başkanı seçilmesiyle birlikte o bölgeye düzenlenen gezilerden, lüks cruise/gemi yolculuklarına kadar, repertuarını genişleterek dünyanın dört bir yanına açılmıştır. Şirket çalışanlarının tamamı ve gezilerdeki tur rehberleri TKP kadrolarından oluşmaktadır. Ticaret Sicili Gazetesi’ne göre, Bizim Ada Turizm olarak ikisi Ankara’da, diğer ikisi İstanbul ve İzmir’de olmak üzere toplam dört şirket kaydı bulunmaktadır. Tur düzenlemenin yanı sıra tercümanlık hizmeti veriliyor, kendi organizasyonlarından bağımsız olarak uçak bileti satılıyor, ayrıca Küba vizesi için de yetkilendirildiği görülüyor. Blog kısmında TKP kadrolarının gezi notları yer almaktadır. O notlar okunduğu zaman, TKP’nin neden kayda değer bir mücadelesi olmadığı ve olamayacağı anlaşılacaktır. Gariban üyeler üç kuruşluk gelirini partiye verip, sokakta gazete satarken, küçük burjuva kadrolar (şefler) dünyayı gezebilmektedir. HKP başkanının yakıştırdığı ve bizim “eğlence düşkünlüğü” olarak kibarlaştırdığımız deyim[15] tam da buraya uygun düşmektedir. Gezi notlarını yazmaktan büyük keyif aldığı anlaşılan kişilerden biri de, şehit düşen bir devrimcinin ardından “Amerikan köpeği” ifadesini kullanabilecek kadar arsızlaşan zattır. Bir yandan Küba birasını yudumlayıp bunun reklâmını yapan[16], bir yandan da sosyal medyadan ahkâm kesmeye bayılan bu insanlar “eğlence düşkünü” değil de, nedir? Belleğimiz bizi yanıltmıyorsa, bu olaydan sonra gelen tepkiler üzerine Aydemir Güler, “Amerikan köpeği” olan devrimcinin örgütünden özür dilemek durumunda kalmıştı…
* * *
TKP, birkaç yıl önce Bilim ve Aydınlanma Akademisi adıyla, aydınlanmacı akademisyenlerini bir araya getirmişti. Bilindiği gibi; akademisyen, kendi alanıyla sınırlı tutsa dahi işi gereği ilgili literatürü takip etmek durumundadır; fakat, okur-yazar olan bu kişinin örgütlü siyasete dâhil olmasıyla, yaptığı okumaların kendi uzmanlık alanını aşarak genişlemesi ihtimal dâhilindedir. Dolayısıyla akademisyenler, “okur-yazar” olmayan parti üyelerinden farklı olarak, örgüt risaleleri dışında okumalar da yapacaklardır ve bu durum, politik önderliğin sorgulanması ihtimalini her daim diri tutacaktır. Bundan dolayıdır ki partiye ait bir “akademi” kurularak; hem “okur-yazar” takımının politik kararlardan uzak tutulması, hem de düşünme-sorgulama refleksi bulunmayan parti tabanı ile arasına kısmen de olsa mesafe konulması sağlanmıştır. Parti içinde görünürde yüksek ama politik anlamda etkisiz eleman konumunda olan bu “akademinin” üyeleri, Bizim Ada aracılığıyla Küba heyetinin Türkiye’ye gelmesinden bir süre önce Küba’ya gitmiş, akademik gezi notları kaleme almıştı. Çok da iyi yapmışlar, biz kendilerinden epey faydalandık. Yalnız, bu notlardan “Küba’da kent tarım bahçeleri” başlıklı[17] olan yazı dikkatimizi çekti. Yazarlarından birinin adı Şadan Tütüncü. Kendisi, çok uluslu şirketlerde üst düzey yöneticilik yaparken, birden bire İzmir’in Karaburun ilçesine yerleşmiş, satın aldığı 12 dönümlük arazide Furma Çiftliği’ni kurmuş.[18] Ekolojik yaşam, temiz gıda, kolektif üretim gibi hoş sözlerle süslenen bu çiftlikte esasen bir otel işletilmektedir ve sahibi de Tütüncü’dür. Ne rastlantıdır ki, makalenin ortak yazarlarından bir diğeri ve aynı zamanda Kemal Okuyan’ın da ablası olan Zuhal Okuyan’ın sahibi olduğu otel de aynı bölgede bulunmaktadır. Yukarıda bahsini açtığımız Gökdemir gibilerin kızarmayan yüzleri, bu otellerin bahçelerinde yetişen domateslerle telafi edilmektedir. Yine aynı bölgede TKP’nin de bir kamp alanı olduğu bilinmektedir. Her gün bir başka kıyı bölgesinin parsellendiği bir memleketin solcusu da bu şekilde kendini düzene entegre etmekte bir beis görmemektedir. Bu insanlar, Türk lirasının tarihin en değersiz olduğu dönemlerde partiye ait “akademi” adına ve partiye ait turizm şirketi aracılığıyla dünyanın öbür ucuna akademik üretimler için gitmiyorlardır herhâlde…
Bizim Ada MED
Küba Dostluk Derneği’nin geçtiğimiz yılın Aralık ayında, yani Küba heyetinin Türkiye’ye gelmesinden hemen sonra duyurduğuna göre, Bizim Ada Turizm üzerinden Küba sağlık sistemi ve tedavi olanakları, kendilerinin deyimiyle Türkiye kamuoyuyla buluşuyormuş.[19] Adı yazılan çeşitli hastalıklar için Bizim Ada MED’e, yani TKP’ye başvurarak Küba’da tedavi olabilmenin yolu açılmıştır. Yani sağlık turizmi de Parti çalışmalarına dâhil edilmiştir. Burada TKP ile Küba arasında ikili bir anlaşma mı olduğu, yoksa Küba ile TC arasındaki bir anlaşmaya aracılık mı edildiği merak konusudur. Kübalı doktorların ise Ankara’daki bazı hastanelerde görev yaptığını kişisel tecrübelerimizden biliyoruz. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, yakın sayılabilecek bir tarihte Küba ile sağlık alanında bir mutabakat zaptı imzalandığını duyurmuştu (13.09.2019). İş birliği, ilaç, aşı ve tıbbî cihazları kapsıyordu. Burjuvazinin bir temsilcisi olan Koca’nın bu girişimi, sanıyoruz küçük burjuvaziye de ilham vermiş, kendi çapı ölçeğindeki girişimler için “yeşil ışığın” yandığı düşünülmüş ve değerlendirilmiştir.
Yazın alanı dışındaki faaliyetler dışarıya yansıdığı kadarıyla bu şekilde özetlenebilir.
III.
2006 yılında Fidel, sağlık sorunları gerekçesiyle başkanlığı bırakmıştı. 2008 yılında onun yerine seçilen Raúl Castro, 90’larda açılan yeni dönemi ileri bir aşamaya geçirecek olan kişiydi. Vatandaşların seyahat kısıtlamalarını kısmen kaldıracak, ekonomiyi küçük özel girişimcilere açacaktı. Bu durum yakın tarihli bir TKP yayınında şu şekilde kendine yer buluyor:
“2009’da devlet kontrolündeki ekonomide küçük çaplı liberalleşme adımları atıldı. Tarımda özel mülkiyet tanındı, küçük işletmelere serbestlik verildi. (…) Sonuçta Küba’nın, devlet denetiminden uzak tutulmamak kaydıyla ‘özel sektörü’ büyüdü.”[20]
2010 yılının Eylül ayında Küba’da 500 bin kamu personelinin işten çıkarılacağı ve özel sektöre yönlendirileceği açıklanmıştı.[21] Çalışan toplam nüfusun 5 milyon olduğu düşünüldüğünde durumun ciddiyeti anlaşılabilir. Temeli 90’ların başında atılan kapitalist restorasyon hızlanıyordu.[22] Bu tarih itibariyle, küçük işletmelerin önünün açılması, yatırım yapması için yabancı sermayeye 99 yıllığına toprak kiralanması, insanların oturdukları evleri satın alabilmesi, çocuklarına miras bırakabilmesi vb. kararlar da alınmıştı. “Tüm bu önlemler, özel mülkiyetin yaygınlaştırılması ve ölçeğinin büyütülmesi, kapitalist pazar mekanizmalarının güçlendirilmesi ve teşviki anlamına gelmektedir.”[23] Bu ve sonrasında, 2010’lu yıllar boyunca atılan adımlar Küba’daki işçi devletinin altını her geçen gün oyuyor, restorasyon sürecini hızlandırıyordu. Bu anlamda Sungur Savran’ın Raúl için “Küba’nın Gorbaçov’u” demesi[24] bizce isabetlidir. Savran devam ediyor:
“Kendilerini ‘komünist’ olarak tanıtan Stalinistler, Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ne kölece tâbi oldukları için dün Gorbaçov’u desteklediler. Sonunda Ekim devriminin ürünü o muhteşem devlet paramparça oldu. (…) Şimdi aynı ‘komünistler’ aynı şeyi Raúl Castro için yapıyorlar. Bir yeni kapitalist restorasyon sürecini daha, diplomatik yağcılıkla geçiştiriyorlar, kendi taraftarlarından gizliyorlar, meşru göstermeye çalışıyorlar.”
Savran bunları 2016 yılında yazmış, o tarihten iki yıl sonra ise Küba’nın yeni bir başkanı olmuştu: Miguel Mario Díaz-Canel Bermúdez. Küba Devlet Başkanı olduktan sonra, 2021 yılında Küba Komünist Partisi Birinci Sekreteri seçilen Díaz-Canel’in kim olduğunu bir TKP yayınından kısaca aktaralım: Devrimden bir yıl sonra doğan Díaz-Canel, üniversitede işletme bölümünde yüksek lisansını tamamlarken Komünist Gençlik Örgütü’nün önderlerindendi. Burada hem Villa Clara il sekreterliği, hem de örgütün ulusal komitesinin ikinci sekreterliği görevlerini üstlendi. Sandinistlerin iktidarda olduğu Nikaragua’da parti temsilciliğini üstlenmek de dâhil olmak üzere çeşitli görevlerin ardından 1997’de Küba Komünist Partisi’nin Politbürosu’na, o güne dek seçilmiş en genç kişi olarak dâhil oldu. 2013-18 yılları arasında, son meclis döneminde Raúl’ün hemen ardından gelen birinci başkan yardımcısıydı.[25] Buraya kadar TKP’ye ait soL Haber’den aktardık ve yazılan doğruysa eğer haber Havana’dan girilmiş.
Díaz-Canel’in Parti içinde oldukça istikrarlı ve sadık bir şekilde yükseldiği görülmektedir. Özgeçmişine dair haberde verilmeyen ama bizim dikkatimizi çeken bir detay, askerlik görevini yaptığı dönemde hem Fidel’in hem de Raúl’ün kişisel güvenliğini sağlayan bir müfrezede bulunmuş olması.[26] Bu anekdot göz önüne alındığı zaman Alejandro Iturbe’nin kaleme aldığı bir yazıda[27] aktarılan, başkanlık seçimindeki diğer olası adayların bizzat Fidel tarafından “sadakatsizlik” suçlamasıyla reddedilmesi anlamlı olabilir. Yazar, Batı medyasının Díaz-Canel’in göreve gelmesiyle beraber Küba’daki durumun “sosyalist” bir ekonomi ile kapitalist bir ekonomi arasındaki “geçiş” süreci olarak tanımladığını aktarıyor, ancak kendisi bu görüşe katılmıyor. Biz de bu görüşe katılmıyor ve yazarın da ifade ettiği gibi, Küba’da kapitalizmin 90’lardan itibaren bizzat Fidel tarafından restore edilmeye başlandığını düşünüyoruz. Bu bağlamdan bakarsak, öncesinde de alıntıladığımız bir TKP yayınında yer alan,
“Díaz-Canel kararlı bir sosyalist, Küba Devrimi’nin ideallerine sıkı sıkıya bağlı. Raúl Castro’nun kontrollü bir biçimde başlattığı reform hamlelerini aynı çizgide dikkatlice sürdürüyor.”[28]
şeklindeki cümle doğru kabul edilebilir. Oldukça donanımlı ve bizce kıymetli de bir gazeteci olan Mustafa K. Erdemol’un bu cümleyi yazarken restorasyon sürecinin farkında olmaması mümkün değildir. Bu durumda, devam eden reform hamlelerini savunuyor olması, kendi küçük burjuvalığından kaynaklanan reformist çizgisiyle açıklanabilir. Tabiî bir de Britanya’da aldığı tedrisatın etkisini unutmamak lâzım. Britanya demişken, “kararlı bir sosyalist” diye lanse ettiği Díaz-Canel’in, 8 Eylül 2022’de öte dünyaya postalanan II. Elizabeth’in ardından yazdığı şu taziye mesajı nedense TKP yayınlarında yer almamıştı:
“Majesteleri Kraliçe II. Elizabeth’in vefatını derin bir üzüntüyle öğrenmiş bulunuyoruz. Küba halkı ve hükümeti adına Majesteleri Prens Charles’a, Kraliyet Ailesinin geri kalanına ve İngiliz halkı ile hükümetine en derin taziyelerimizi sunarım.”[29]
Sömürgeciliğe karşı mücadelenin bir ürünü olan Küba’nın yeni liderinin, sömürgeciliğin başat simgelerinden biri olan Kraliçenin ardından resmî hesabından paylaştığı bu mesajın izah edilecek bir yanı yoktur. Üstelik, diplomatik ilişkilerin 1961 yılından itibaren kesilmesinin ardından, ABD’nin Küba’ya karşı gizli eylemleri ve istihbarat toplama faaliyetleri, pek dillendirilmiyor ama Havana’daki Britanya Büyükelçiliği’nde, Dışişleri Bakanlığı’na bağlı MI.6 aparatı olan Bilgi Araştırma Departmanı (IRD) üzerinden gerçekleştiriliyordu.[30] Seçildiği ilk günden beri onu öve öve bitiremeyen, hakkındaki her şeyi haberleştiren, mülâkat yapan, yazdığı makaleyi tercüme ederek kendi akademik organında yayımlayan[31] TKP bu konuda tek bir söz dahi etmemişti. Yalnızca sosyal medyada dar bir çevrenin bu mesajı gündeme taşımasından sonra, yetki sahibi olmayan önemsiz ve genellikle gariban olan parti üyeleri tarafından bu cemaatin en tipik özelliği olarak vuku bulan; bilgiden yoksun savunma refleksleri vardı. Ne de olsa “şeyh uçmaz, müridi uçurur.”
* * *
2010, aktarmaya çalıştığımız gibi Küba’daki restorasyonun ileri bir aşamaya geçtiği yıldı. O tarihten itibaren TKP yayınlarındaki Küba ilgisi artarak devam etmiştir. Gerçekten de özellikle internet ortamında sayısız metin yazılmıştır. Bunların her birini incelemek ve buraya aktarmak olanaksız olduğu gibi, aynı zamanda lüzumsuzdur da. Çünkü TKP kadroları ne yapıp edip, Küba’daki restorasyonu aklamak için ellerinden gelen her şeyi yapmış ve yapmaya devam etmektedirler. Orada liberalizm adına yapılan her şey, burada kılıfına uygun bir “sosyalizm” adına savunulmaktadır. Küba’da özel sektör her geçen gün büyümektedir[32] ve bu da bizzat Küba Komünist Partisi’nin anti-komünist liderliği eliyle yapılmaktadır. “Halka yalan söylemek suçtur!” şiarıyla yola çıktığını söyleyenler, hangi amaçla bu gerçekleri kitleden gizlemektedirler?
* * *
Temmuz 2018’de, yani Díaz-Canel’in başkan olmasından hemen sonra, 1976 yılından itibaren yürürlükte olan Anayasa’nın değiştirilmesine başlanmış, Nisan 2019’da yeni Anayasa yürürlüğe girmiştir. TKP tarafından Türkçeye tercüme edilen Anayasa’nın en fazla tartışma yaratan kısmı “komünizm” sözcüğünün çıkarılması olmuştur. Küba karşıtı çevreler bu durumu “komünizmden vazgeçildiği” şeklinde yorumlamış; TKP gibi diplomatik yağcılık peşinde olanlar ise, SSCB dönemi dünyasının koşulları ve amaçları doğrultusunda sosyalist ülkelerin anayasalarında yer alan “komünizm hedefinin” günümüz şartlarında gerçekçi olmadığı, “Küba yönetiminin artık tüm dikkatini ‘sosyalist toplumu’ daha da güçlendirmeye vereceği” şeklinde temize çıkarmaya çalışmıştır.[33] Her iki görüşün de gerçeği yansıtmadığı ortadadır. İlkinde, Küba’da “komünizm” olduğu ve bundan vazgeçildiği algısı yaratılmaya çalışılmış; ikincisinde ise, liberal eğilimler ve kapitalist restorasyon görmezden gelinmiştir. Girişte ifade ettiğimiz gibi, aynı madalyonun farklı yüzlerinde konumlanarak nabza göre şerbet vermek, burada da geçer akçe olmuştur.
Yeni dönemin belki de daha önemli bir açılımı ve göstergesi, Ekim 2022’de kabul edilen Aile Yasası’dır.[34] Kısacası, eşcinsel çiftlerin evlenmesi ve evlat edinebilmesini sağlayan Yasa, Batıdan gelen her şeyi sorgusuz kabul eden yurdumuz solcularının takdirini kazanmıştır. Bireysel yönelimden bağımsız, bir ideoloji olarak LGBTİ aktivizmi, geçtiğimiz yüzyılın aksine günümüz dünyasında emek gücüne olan ihtiyacın azalmasının bir çıktısı olarak nüfusun kontrolü amacıyla kullanılan temel yöntemlerden biri olarak zuhur etmektedir. Ekonomi-politiği rafa kaldırdığından dolayı kimlik siyasetinin sınırları içerisinde debelenen sol çevrelerin, burjuvazinin dayattığı yeni değer sistemlerinin propaganda aracı olmaktan öte bir rol üstlenmesi beklenmemelidir. Batılı burjuva teorisyenler eliyle iktisadî gerçeklik ve gerekliliğin ideolojik bir yansıması olarak dayatılan yeni “değer sistemleri”, Avrupa ile ilişkisi güçlenerek kapitalist restorasyonun adım adım örüldüğü Küba’da resmî bir belge hâline getirilmiştir. Kimlik siyasetine teslim olan solcuların burada “ilericilik-çağdaşlık” görmesi, yalnızca siyasal iflasın bir tezahürüdür.
IV.
Artık son bölüme, bu makaleye vesile olan Türkiye ziyaretine geçebiliriz. Küba lideri ve beraberindeki heyet 24.11.2022 tarihinde Ankara’ya gelmişti. Aslında bu ziyaret, Cezayir, Rusya ve Çin’i de kapsayan uluslararası bir turun parçası olarak gerçekleşmişti. Türkiye’nin de aralarında olduğu bu dört ülke, esasen Küba’nın enerji/elektrik tedarikinde iş birliği yaptığı ülkelerdir ve ziyaretin temel amacının da bu olduğu söylenmektedir.[35] Küba’da 90’lardan bu yana sık yaşanan elektrik kesintileri bilinmekteyse de, ülkenin elektrik ihtiyacının (farklı kaynaklarda yüzde 10 ilâ 25 arasında değişen) bir bölümünün Karadeniz Holding isimli bir Türk şirketi tarafından karşılandığı pek bilinmemektedir. Kısaca bahsetmekte fayda var.
1948 yılında Rauf Osman Karadeniz tarafından ağır sanayide kullanılan makine ve ürünlerinin ticaretinin yapılması amacıyla Karadeniz Makine Ticaret adıyla temeli atılan Karadeniz Holding, 1996 yılında enerji sektörüne girmiş, 99’da ilk kara santralini kurmuş, 2003’de ise Türkiye’nin enerji ihracatı yapan ilk özel şirketi olmuştur. Gemi inşaatı, finans ve gayrimenkul sektörlerinde de faaliyet gösteren şirketin bu yazı kapsamında bizi ilgilendiren projesi, Powership denilen yüzer enerji santralleridir. Dünyanın ilk yüzer enerji santrallerinin (gemilerinin) sahibi olan bu şirket Asya, Afrika ve Güney Amerika’da 10’u aşkın ülkenin elektrik ihtiyacının bir bölümünü karşılamaktadır. 2010 yılından beri ürettiği gemileri çeşitli ülkelere gönderen şirketin Amerika kıtasındaki ilk müşterisi Küba olmuştur. Önemli bir mesele olmasına karşın, TKP yayınlarında bu konuya dair tek bir habere rastlanmamıştır. Burjuva basında yer alan birkaç haberden takip edebildiğimiz kadarıyla Karadeniz Holding, Ekim 2018’de Küba’nın devlete ait elektrik şirketi Unión Electrica (UNE) ile anlaşma imzalayarak, 51 aylık bir süre için üç gemisiyle toplamda 110 MW’lık elektrik üretimi konusunda anlaşmıştı. Sırasıyla üç gemi de Kasım 2019’a kadar limanlara yanaşarak üretime başlamış, sözleşmenin kapasitesi ise 184 MW’a çıkarılmıştı. Bu üç gemi Küba’nın elektrik ihtiyacının yüzde 10’unu karşılıyordu. Sonrasında her iki tarafın da talepleri doğrultusunda Küba Enerji ve Madencilik Bakanı Livan Nicolas Arronte Cruz’un Türkiye’ye gelerek Karadeniz Holding’in Yalova’daki tersanesinde yapılan anlaşmanın sonucunda gemi sayısı dörde çıkarılmıştı.[36] Küba’daki muhalif çevreler, hükümet tarafından “stratejik” olarak nitelendirilen bu konularda yapılan anlaşmalara dair bilgilerin saklandığını iddia etmektedirler. Çevreye olan etkileri de bir diğer tartışma konusudur ve hâlihazırda Güney Afrika’da mahkemeye taşınmıştır. Küba’da ise şu ana kadar çevreye olan etkilerine dair bir analizin yayınlanmadığı iddia edilmektedir.[37] (Geçerken bir not düşelim; Küba’nın ardından Haiti’de de aynı yüzer santrallerin kurulması yönünde Erdoğan ile Haiti lideri Jovenal Moise arasında telefon görüşmesi yapıldığı söyleniyordu. Haiti liderinin 07.07.2021 tarihinde evini basan silâhlı kişilerce suikasta uğramasıyla bu süreç yarıda kalmış gibi gözükmektedir. İlginçtir; Haiti liderini de öldürmüş olan çetelerin elinde bulunan silâhlardan bir kısmının kaynağı Türkiye’dir ve suikast soruşturması kapsamında kırmızı bültenle aranan kişi de İstanbul’da yakalanmıştı…)[38]
Bu bilgilerden sonra Küba liderinin Türkiye’ye gelişi anlam kazanmaktadır. Yukarıda belirttiğimiz tarihte Ankara’ya varan Küba lideri ilk olarak sabah erken saatlerde TKP tarafından düzenlenen bir buluşmaya katılmıştır. TKP, Türkiye’ye gelen Küba liderinin ilk buluşmasının bir ‘protokol’ adımla değil, Türkiye’deki Küba dostlarıyla başladığı şeklinde lanse ettiği özel bir haber servis etmiştir.[39] MK üyesinin hazırladığı haberde ilk olarak, “Küba dostları” şeklinde takdim edilenin yalnızca partinin çok “özel” tepe kadrosu ve birkaç “emekli” Devlet memuru olduğu görülmektedir. Bilinç, dile yansıtılmış; hâkim üretim biçimi o denli içselleştirilmiştir ki, bir ülkenin “dostu” olmak bile mülkiyete dâhil edilebilmiştir. İkincisi, her ne kadar “dostlar” buluşması şeklinde lanse edilmiş olsa da, bir “komünist” partinin ev sahipliğinde düzenlenen buluşmada neden Küba bayrağının yanında parti bayrağı değil de, TC bayrağının kullanıldığı merak konusudur. Bu durumun bir rastlantı veya istisna olmadığı, TKP ile Küba arasındaki önceki görüşmelerde de özellikle TC bayrağının kullanıldığı, servis edilen haberlerde görülmektedir.[40] Küba liderinin Türkiye’ye gelmesindeki asıl amaç enerji meselesi olmasına rağmen, ilgili haberde buna dair tek bir satır bulunmamaktadır. Dikkat çekici olan bir diğer husus, aynı haberin benzer biçimde Cumhuriyet gazetesinde de yer almasıdır.[41] Buradaki haber ise TKP’nin düzenlediği buluşmanın “özel” davetlileri olan Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’a ait. Haberin tek bir farkı var, o da son cümlesinde ziyaretin amacının ekonomik ve enerji iş birliği olduğunun bildirilmesi. Sanıyoruz, bu gazetenin çok daha geniş ve resmî bir okuru olduğundan dolayı bu kısım özellikle bildirilmiştir.
Burada hazır adları geçmişken, kısa da olsa CHP genelinde ve TKP özelinde “parti dostu” olarak yağlanan Barışlardan bahsetmekte yarar var. Kapitalist barbarlığın had safhaya ulaştığı ve sahte kahramanlardan geçilemeyen Türkiye gibi bir ülkede gerçek anlamda gazetecilik yapmak, (şanslıysa) karın tokluğuna çalışmak ve haber peşinde koşmaktan çok mahkeme salonlarında ömür tüketmek anlamına gelmektedir. Çok az insanın katlanabileceği bu onurlu mesleğin ülkemizdeki sayılı temsilcilerinden olup, düşüncelerini hiç çekinmeden dile getirdiğinden dolayı Kemalist olmasına karşın “Kemalistler” tarafından da pek hazzedilmeyen Fatma Sibel Yüksek, Devlete ve yeni medya düzenine muhalefet sancağı altında yürüyenleri yazarken, hâliyle Barışlara da güzel bir yer ayırmıştı:
“Bu iki cevval genç, oyunu kurallarına göre oynamakta pek mahir çıktılar. Bilhassa Terkoğlu olanı, bir yandan Mavi Vatan ve Mesut Yılmaz güzellemeleri, öte yandan mapus görmüş solcu gazeteci payesi ile harikalar yaratmakta. Biraz android bir tipi var ama ekran şehveti ve ses tonu ayarlamaları göz dolduruyor. Barış Terkoğlu, Zeki Müren Türkçesi ile soru sorarken, aslında soru sormadığını anlamak çok zordur. (…) Pehlivan’da Terkoğlu’ndaki esneklik ve uyum kabiliyetini göremiyoruz. Kendisinde bir miktar gönlü dağlarda kalmış radikal solcu havası var. Emekli amiraller bildirisi ve kim Fetocü, kim değil tombalasında kayda değer atakları oldu. CV’si bekletiliyor.”[42]
Bu yoruma katkı koyma ihtiyacı duymuyoruz. Abileri Soner Yalçın’dan bayrağı devralan bu iki genç, Silivri’ye uzanan süreçte aldıkları tedrisatla birlikte Devletin “sol” eline bağlı medya/basın organlarına eklemlenmiş, hâliyle aynı merkezin siyasî alanda faaliyet yürüten kollarına “dost” olmuşlardır. Toplantıda bulunmaları, Devletin bir talebidir ve bir ihtiyacın karşılanması içindir.
Bu kültürel buluşmanın ardından, Küba lideri asıl toplantılar için harekete geçmiş, külliyede Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından resmî törenle karşılanmıştı.[43] İstanbul’da “iş dünyası” ile de görüşmüş olan Küba lideri, Küba’ya yatırım yapılmasını istiyordu.[44] Küba’da şu an pek çok Türk firmasının farklı sektörlerde yer aldığını ve önümüzdeki dönemde bu firmalarının sayısının artmasını istediğini söyleyen Díaz-Canel, “Ekonomimizi modernleştiriyoruz. 2014 yılında yabancı yatırım kanunu çıkardık. Mariel münhasır bölgesini oluşturduk. Mariel bölgesini 9 bölgeye ve sektörlere ayırdık. Türk iş dünyasını da yabancı yatırımcılar arasında, buraya çekmek istiyoruz,” demişti. Nihayetinde, iki günlük Türkiye gezisi 6 anlaşma ile sonuçlanmıştır: TRT, Merkez Bankası, devlet arşivleri, yatırımlar, diplomatik arşiv alanında iş birliği ve protokol konularında eğitim.[45] Bu anlaşmalardan sonra Şubat ayı başında basına yansıyan bir habere göre, Karadeniz Holding’e ait sekizinci gemi de Küba’ya gönderilmiştir.[46] Aynı tarihte TKP, Küba Gerçeği isimli yeni bir dergi çıkaracağını duyurmuştur.[47] Küba’nın tanıtılması için çıkarıldığı söylenen derginin ilk sayısında, Díaz-Canel’in 10 Ekim 2019 tarihli başkanlık görevini “devralma” konuşmasına yer verilmiştir. Bu konuşmanın, içeriğinden bağımsız olarak Küba’nın Batı ve onun değerlerine tamamıyla açılacağı yeni dönemin başlangıcı olması açısından sembolik bir anlamı vardır ve dergide buna yer verilmesi de manidardır. “Küba ile iş birliği ve dayanışmamızı artırmayı özellikle önemsiyorum,” diyen Erdoğan, burjuvazinin temsilcisiyken; TKP de küçük burjuvazinin temsilciliğine soyunmuştur. Muhtemeldir ki, resmî anlaşmaların dışında bir de kültür ve sanat başlıklarında iş birliğine dair bir mutabakat sağlanmış fakat bu alanlar TKP nezdinde küçük burjuvaziye bırakılmıştır. Gerek TC ile TKP ve/veya TKP ile Küba arasında var olan sınırları belirsiz ilişkiler ağı, gerekse TKP’nin, burjuvazinin şimdilik boş bıraktığı bu alanlardaki mevcut üretim ve pratikleri düşünüldüğünde “komplo teorisyeni” olmadığımız açıktır.
Esasında Türkiye-Küba ilişkileri köklü bir geçmişe sahiptir fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2015 yılında Küba’ya gitmesi, Devlet katında bir dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir.[48] Bu ziyaretin hemen ardından 2016 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) bünyesinde Türkiye-Küba İş Konseyi kurulmuş[49], farklı düzeylerde karşılıklı ziyaretler gerçekleştirilmişti. Bu ziyaretler hâlen sürdürülmektedir. TBMM’deki Türkiye-Küba Parlamentolar Arası Dostluk Grubu ise AKP öncesine dayanmaktadır ve bildiğimiz kadarıyla hâlâ aktiftir. 2000 yılında TBMM adına Küba’ya giden bu grubun içindeki MHP’li milletvekillerinin, Che şapkası takarak bozkurt işareti yaptığı görüntüler bir dönem gazeteleri süslemişti…
Erdoğan’ın ziyaretinden dört ay sonra, Fidel’in küçük oğlunun 50 metrelik bir yatla Mikonos Adası’ndan Bodrum’a gelerek en pahalı otellerde konaklaması da TKP yayınları dışındaki gazeteleri süsleyen bir başka olaydı. Küba Millî Beyzbol Takımı’nda doktor olarak görev yapan oğul Castro, Türk dostlarıyla lüks bir restoranda yemek yediği esnada kendisini fark eden bir gazeteciyi korumalarına dövdürmüştü.[50] O Türk dostlar arasında TKP yöneticileri var mıdır, bilemiyoruz. Ama bu ve benzeri olaylar, Küba karşıtı çevrelerce sık dile getirilen, halk yoksulken yöneticilerin lüks içinde yaşadığına dair söylemin tamamıyla gerçek dışı olmadığını göstermektedir. Küba’ya karşı olan tutumuz, ne onu yeren anti-komünistlere, ne de onu kutsayan solculara yedeklenmek olmamalıdır.
* * *
Son birkaç yıldır Küba ile olan ticarî ve ona ön ayak olan diplomatik ilişkilerde, geçmişle kıyaslandığında bir hayli ilerleme olduğu görülmektedir. Resmî görüşmelerin yanı sıra gayri-resmî ilişkilerin de kurulduğu bir gerçektir ve tam bu noktada şunu sormak gerekmektedir; bu diplomatik ilişkilerin yürütülmesinde Engin Solakoğlu’nun bir rolü var mıdır, varsa nedir? Buna dair net bir cevap verme olanağımız bulunmamaktadır. Fakat kısa bir polemikle, bunun ihtimal dâhilinde olduğunu göstermeye çalışabiliriz.
2020 yılında, daha önce adı-sanı kamuoyunda neredeyse hiç duyulmamış olan yeni “emekli” olmuş bir diplomat, birden bire TKP eliyle parlatıldı. Kariyeri üzerinden mülâkatlar yapıldı, dış politika başta olmak üzere sürekli görüşlerine başvuruluyor. CHP güdümündeki diğer basın organlarında da adına sıkça rastlar olduk. Bulduğu her alanda ahkâm kesmeye bayılması ve olağanüstü kibri ile tam bir TKP’li olan bu diplomat eskisi, partinin dış politika danışmanıdır. Hâliyle, kişisel nefretimizden değil, konuyla olan ilgisinden dolayı Solakoğlu’na özel bir yer ayırmamız gerekmektedir. Kendisine, TKP yayın organlarında paşa gönlüne göre ahkâm kesebilmesi için gerek yazılı, gerekse canlı yayın formatında çeşitli alanlar tahsis edilmiştir. Buna rağmen sosyal medya hesabından sürekli zevzeklik etmek, önüne çıkana laf yetiştirmek, fikrini beğenmediği herkesi engelleyerek “engin birikimden” mahrum bırakmak gibi faaliyetlerden geri kalmamaktadır. Herhâlde bu diplomatik nezaketi sergilerken, yatılı okulda okuduğu için ağzının bozuk olmasıyla övünen Kemal Okuyan’ın takdirini alıyor olmalıdır. Bu zavallı küçük burjuva solcusunun Aydemir Güler’in de dâhil olduğu aile bağları veya Batı Çalışma Grubu’nun, Çevik Bir’in, İsrail ile kurulan ilişkilerin ve 28 Şubat sürecinin hâkim olduğu dönemin bir elemanı olarak dış işlerine girebilmiş olması gibi meselelerde hâlihazırda ipliği pazara serildiğinden[51] dolayı biz tekrara düşmeyecek, yalnızca Devletine ne kadar bağlı olduğunu göstermek açısından kendi kaleminden birkaç satır aktarmakla yetineceğiz.
Solakoğlu, “dış politika danışmanı” sıfatıyla üyesi olduğu TKP’nin yayın organında 14.02.2022 tarihinde “Türk Mukavemet Teşkilâtı (TMT) tartışılmasın mı?” başlıklı[52] bir yazı kaleme almıştı. TMT, bilindiği gibi NATO-SHAPE eliyle tertiplenen kontr-gerillanın Kıbrıs ayağı olarak Özel Harp Dairesi’ne bağlı olarak kurulmuştu ve üstelik TKP yayınlarında da aynen bu şekilde ifade edilmişti.[53] Kendi yazısından öğrendiğimize göre, Solakoğlu’na 12 Ağustos 1997 tarihinde Lefkoşa’daki görevinin son günlerinde Kıbrıs Türk Mücahitler Derneği tarafından üzerinde “Türk Mukavemet Teşkilâtı Öncülüğünde Sembolleşen Direnişimiz (1958-76)” ibaresi bulunan bir plaket verilmiş. Plaketin fotoğrafı da yazıya eklenmiş. Bunda olağandışı bir durum yok elbette, “komünist” olsa dahi memurluk görevini yerine getirmekte olan birçok insan, hoşuna giden veya gitmeyen armağanlar alabilir. Fakat bu plaket bir “komünist” olan Solakoğlu’nun oldukça hoşuna gitmiş:
“Bu plaketi Lefkoşa’dan sonra görev yaptığım her başkente taşıdım ve arkamdaki duvara astım. Şimdi de evimdeki çalışma odasının duvarında Che Guevara ile Uğur Mumcu’nun portrelerinin komşusu olarak duruyor.”
Demek oluyor ki bu diplomat eskisi, yaşadığı tatil beldesindeki evinde başta TKP üyeleri olmak üzere kamuoyuna nutuk atarken sırtını kontr-gerillaya dayamaktadır. Devamında, yarım yamalak bir kontr-gerilla tarifi yapmış, TMT’nin Genelkurmay’a bağlı Özel Harp Dairesi’nin dolaylı veya doğrudan desteğiyle 1957-58 yıllarında oluşturulduğunu yazmış. Anti-komünist kimliğinin de yadsınamaz olduğunu belirttikten sonra şöyle devam etmiş:
“Şu da açıktır: TMT sağcı, milliyetçi, şiddete başvuran, baskıcı bir örgüttür. TMT’nin Bayraktar Camii’nin bombalanmasından Kıbrıslı Türk solcu ve diğer muhaliflerin ‘işbirlikçi’ diye etiketlenerek vahşice öldürülmesine kadar sayılamayacak kadar suç işlediği de net olarak bilinmektedir.”
Bunları yazabilmiş olmasına rağmen aynı yazı boyunca TMT’nin kontr-gerilla yapılanması olarak tanımlanamayacağını ve terör örgütü olmadığını okuyucuya yedirmeye çalışmıştı. Bu akıllara ziyan yazı gece yarısından itibaren erişime açılmış, gün ortasında yayından kaldırılmıştı. Yayından kaldırılana dek bir sürü parti üyesi sosyal medyada yazıyı övgüyle paylaşmış, “TMT’yi bir de Marksist perspektiften okuyun,” gibisinden laflar etmişti. Bu paylaşımların sahipleri yalnızca yeni yetme bilgisiz partililerden ibaret değildi; tabip odası yöneticiliği de yapmış, BioNTech aşısına şüpheyle yaklaşan herkese “gerici-bilim düşmanı” yaftasını yapıştırmaktan geri kalmayan, aynı zamanda partide yönetici pozisyonunda olan biri de vardı! Tipik cemaat mantığıdır; yazılana değil, yazana; söylenene değil, söyleyene bakılır. Bir TKP’li için, üst düzey birisinin söylediği herhangi bir şey mutlaka doğrudur, tartışmaya kapalıdır. Aksini söyleyen herkes, yalancıdır! Yazının yayından kaldırılması olumlu karşılanabilirdi fakat sonrasında ne yazardan, ne partisinden, ne de sitenin editörlerinden tek bir açıklama yapılmadığı gibi, Solakoğlu kaldığı yerden düzenli olarak yazmaya devam etmiş, hatta yazdığı yetmediği gibi bir de gündemi yorumlayacağı bir canlı yayın programı hazırlaması istenmişti. Çok şükür, işçi sınıfı her hafta bir kontr-gerilla aşığının “engin” birikimden ziyadesiyle faydalanabilmektedir!
Dışişleri Bakanlığı, Devletin en kritik kurumlarından biridir ve Devletin temel çizgisine ters düşecek olan tek bir kişinin dahi burada tutulmasının veya barınabilmesinin olanağı bulunmamaktadır. Üstelik bir de, kritik dönemlerde Kıbrıs ve Fransa gibi ülkelerde “başarılı” bir diplomat olarak görev yapan birinin “komünist” kimliğiyle orada bulunduğuna inanmak, yalnızca nesnel gerçeklikten kopmuş olan TKP üyelerinin geniş hayal dünyasına has, acınası bir durumdur. İlginç olan; bu güruhun sol cenah içerisinde çok okuyan, araştıran, entelektüel derinliğe sahip insanlar olarak bilinmesidir. Ancak verdiğimiz örneklerde de görüldüğü gibi, TKP üyelerinin zır cahil olduğu ortadadır. Yaratılan illüzyona kapılmamak gerekmektedir. Kontr-gerilla övgüsü yapan, ondan aldığı plaketi yanından ayırmayan bir Devlet memurunun, “komünist” olduğu iddia edilen bir partiye danışmanlık yapıyor oluşu birilerinin tuhafına gitmiyorsa, bu durum konuyla ilgili önceki yazımızda da ifade ettiğimiz gibi, görmek ile bakmak arasındaki tercihle alâkalıdır.
Sonuç
TKP’nin Devlet ile olan organik bağı gerek tarafımızca, gerekse başka çevrelerce ortaya konulmuştur. Burada ise, TKP’nin Küba ile olan bağı irdelenmeye çalışılmış, Küba’ya olan sempatiyi örgütlemenin temel bir politika olduğu fakat bu yapılırken, Küba’nın nesnel gerçeklikle bağdaşmayan bir illüzyon şeklinde sunulduğu gösterilmiştir. Ortaya serilen tüm bu ilişkiler ağı ve TKP ile TC’nin Küba’ya olan ilgisinin eş zamanlı olarak geliştiği düşünüldüğünde, bu durum hâliyle TKP’nin TC ile Küba arasında bir arabulucu olduğunu düşündürmekteyse de, esasen bu düşünce gerçeklikle bağdaşmamaktadır. Ne TKP bu derece “yüksek” bir pozisyon atfedilebilecek bir yapıdır; ne de TC diplomasisi bu denli “çapsızdır.” Mesele, ekonomik ve ticarî ilişkiler üzerinden anlaşılabilmektedir ve görünen odur ki; burjuvazi, Küba seferine çıkarken arkasından küçük burjuvaziyi de sürüklemiş, yeterince kârlı olmadığını düşünerek boş bıraktığı alanlarda kendisine yaşam hakkı tanımıştır. Bu hak, küçük çaplı turizmden kahve ithali gibi alanları kapsamaktadır. TKP açısında Küba’ya olan ilginin ekonomik anlamı buyken; politik anlamı ise, Küba Komünist Partisi ile ciddi bir diplomatik ilişkisi olduğu, yer yüzündeki tek “sosyalist” ülkenin Türkiye’deki muhatabının kendisi olduğu hülyasına kapılarak, kendisine asla sahip olmadığı bir önem atfetmektedir ve kitlesi de bu hülyaya gerçekten inanmaktadır.
Agop Efendi
12 Mart 2023
Dipnotlar:
[1] Agop Efendi, “Devletin Bir Emaneti: Türkiye Komünist Partisi”, 20 Ocak 2023, Sosyalizm.org.
[2] Akın Erensoy, “Küba: Ulusal Devrimden Bürokratik Diktatörlüğe”, 06 Mart 2003, Marksist Tutum.
[3] JMKDD, “Küba Devrimi’nin yıldönümünde Küba Arşivi: Küba hakkında her şey”, 01 Ocak 2021, soL.
[4] İlker Belek, Küba’da Sağlık: Sosyalizmin Başarısı, Yazılama, 2021 (4. Basım), s. 29. Belek, esasen çok donanımlı ve kıymetli bir bilim insanıydı. Biz kendisini 90’lı yıllarda Sorun Yayınları Kolektifi bünyesindeki değerli çalışmalarından biliyoruz. Ne ki, kıyı bölgesindeki bir üniversitede akademik kadro sahibi olmasından kaynaklanan küçük burjuva yaşamı ve yakın dostlarının ittirmesi sonucunda TKP üyesi olmuştur. Teorik yetkinliği partisinin çok üzerinde olmasına karşın, gerek orada bulunması, gerekse deniz kenarındaki konformist yaşamı onu düzene entegre etmiştir. Bu durum en nihayetinde, Covid-19 koduyla tanımlanan biyolojik harp sürecinin gönüllü piyonu olmasına, daha açık bir ifadeyle, burjuva hukukunca dahi tescillenen en tartışmalı ilaç tekellerinin gönüllü aşı mümessili olmasının yolunu açmış ve kendi siyasal iflasını gerçekleştirmiştir.
[5] “Küba Devrimi Sürüyor! Küba Komünist Partisi IV. Kongresi Yapıldı”, Sayı 37, Aralık 1991, Gelenek.
[6] Cemal Hekimoğlu, “Gorbaçov ve Sol”, Sayı 9, Temmuz 1987, Gelenek.
[7] Cemal Hekimoğlu, “Türkiye’den Dünyaya: Glasnost ve Türkiye Solu”, Sayı 18, Haziran 1988, Gelenek.
[8] Türkiye Solunda Gorbaçov Erozyonu ve Sosyalist Tavır, Mücadele, 1991, s. 133-139.
[9] Orhan Gökdemir, “Kelebekler, Kuşlar ve Komünistler Üzerine”, Fabrika, Sayı 61, Temmuz 2005, s. 17.
[10] Kemal Okuyan, “Umutsuz Olma Hakkımız Yok! Küba İzlenimleri”, Sayı 43, Ekim 1994, Gelenek.
[11] Eren Balkır, “Satrap”, 28 Eylül 2022, İştirakî.
[12] JMKDD, Vikipedi.
[13] 13. Kongre kararları, 18 Ağustos 2020, TKP.
[14] Tezcan Abay, “Abbas Güçlüye Açık Mektup”, 03 Mart 2007, Bianet.
[15] Nurullah Ankut, “Okuyan ve Aydemir Hafızların son büyük devrimci(!) açılımı: Kadıköy Nazım Kültür’de meyhane açmaları”, 13 Şubat 2016, HKP.
[16] Aytek Soner Alpan, “Küba’nın rom dışında gizli silâhı: Bira”, 04 Kasım 2021, Bizim Ada.
[17] Zuhal Okuyan, Şadan Tütüncü, Özgür Selvi, “Küba’da kent tarım bahçeleri”, 26 Ekim 2022, Küba Dostluk.
[18] “‘Alternatif bir yaşam mümkün’: İzmir’de komün ve ekolojik bir çiftlik”, 13 Ekim 2016, Gazete Karınca.
[19] “Küba’da tedavi – Bizim Ada MED”, 02 Aralık 2022, Küba Dostluk.
[20] Mustafa K. Erdemol, Küba Yenilmeyecek, Yazılama, 2022, s. 66.
[21] “Cuba to lay off 500,000 state workers”, 14.09.2010, Independent.
[22] “Küba’da kapitalist restorasyon başlıyor”, 16 Ekim 2010, Gerçek.
[23] Oktay Baran, “Küba’da Kapitalist Restorasyon Hızlanıyor”, 01 Ekim 2010, Marksist Tutum.
[24] Sungur Savran, “Raúl Castro, Küba’nın Gorbaçov’u”, 22 Mart 2016, Gerçek.
[25] “Küba seçimleri: Yeni başkan kim, asıl değişiklik ne?”, 20 Nisan 2018, soL.
[26] Jeff Wallenfeldt, “Miguel Díaz-Canel”, Brittanica.
[27] Alejandro Iturbe, “Küba: Miguel Díaz-Canel Kimdir?”, 24 Kasım 2022, Kırmızı.
[28] Mustafa K. Erdemol, a.g.e., s. 71.
[29] Miguel Díaz-Canel Bermúdez, 09 Eylül 2022, Twitter.
[30] John McEvoy, “How Britain plotted to spread homophobia in Cuba”, 08 Aralık 2021, Declassified UK.
[31] Miguel Díaz-Canel Bermúdez ve Jorge Núñez Jover, “COVID-19’la Mücadelede Devlet Yönetimi ve Küba Bilimi”, 27 Şubat 2021, BAA.
[32] “Number of Private Companies Grows in Cuba”, 03 Ağustos 2022, CubaNews.
[33] Mustafa K. Erdemol, a.g.e., s. 78.
[34] “Küba yeni ‘Aile Yasası’na evet dedi”, 26 Eylül 2022. soL.
[35] Hüsamettin Aslan, “Küba Devlet Başkanı Diaz’ın Cezayir, Rusya, Türkiye ve Çin ziyaretlerinden notlar: Küba ve Türkiye, zamana meydan okuyan ilişki”, 29 Kasım 2022, Independent Türkçe.
[36] Kerim Ülker, “Karadeniz’den Küba’ya 4. elektrik gemisi”, 06 Nisan 2022, Ekonomim.
[37] “Centrales flotantes turcas en Cuba, otro asunto <<estrategico>> del que poco se sabe”, 02 Şubat 2023, elToque.
[38] “Haiti Devlet Başkanı'na suikastten aranıyordu! İstanbul’da yakalandı”, 16 Kasım 2021, Hürriyet.
[39] Ali Ufuk Arikan, “Küba’da devrime inancı tazeleyen an: Ve bu anda inandık...”, 24 Kasım 2022, soL.
[40] “Sostienen encuentro dirigentes comunistas de Cuba y Turquía”, 29 Eylül 2022, Prensa Latina ve “TKP'den Küba’ya ziyaret: Tarihsel ilişkilerimiz güçlenecek”, 30 Temmuz 2022, soL.
[41] Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan, “Küba Devlet Başkanı Miguel Diaz-Canel, Türkiye’de Küba dostlarıyla buluştu”, 24 Kasım 2022, Cumhuriyet.
[42] Fatma Sibel Yüksek, “Sedat Peker olayı üzerinden devletin gazetecisi olma yarışı ve gazeteciliğin Gülen’cilere kalması üzerine bir yazı”, 20 Mayıs 2021, Patreon.
[43] “Cumhurbaşkanı Erdoğan, Küba Devlet Başkanı Bermudez’i resmî törenle karşıladı”, 23 Kasım 2022, AA.
[44] “Küba’dan Türk iş dünyasına ‘yenilenebilir enerji’ yatırımı daveti”, 29 Kasım 2022, Dünya.
[45] “Türkiye ile Küba arasında 6 anlaşma imzalandı”, 23 Kasım 2022, AA.
[46] “Karadeniz Holding 8’inci enerji gemisini Küba’ya gönderdi”, 02 Şubat 2023, Dünya.
[47] “Küba Gerçeği dergisi yayın hayatına başladı”, 01 Şubat 2023, soL.
[48] TC Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye – Küba Siyasî İlişkileri”, MFA.
[49] Türkiye – Küba İş Konseyi, DEİK.
[50] “Bodyguards of Fidel Castro’s son attack paparazzi in Bodrum”, 25 Haziran 2015, Daily Sabah.
[51] Eren Balkır, “Siyonist Monşer”, 02 Ocak 2023, İştirakî.
[52] Engin Solakoğlu, “Türk Mukavemet Teşkilâtı (TMT) tartışılmasın mı?”, 14 Şubat 2022, soL (Web Archive).
[53] “Rauf Denktaş’ın kısa portresi”, 14 Ocak 2012, soL.