Loading...

Yeni Aşama


Egemen anlatının aksine, terör, bir topluluğun dehşet unsurları yoluyla yıldırılmasıyla yönetimsel tercihlerinin manipülasyonu anlamına gelir. Terörün sahibi devlettir, devletin olmadığı yerde terör de olmaz. Terör kimi zaman silâhlı unsurlar (kontr/kontra) eliyle fizikî, kimi zamansa basın/medya aracılığıyla psikolojik harp şeklinde ifa edilir. Bir Terör Devleti olarak inşa edilen İsrail, her daim en ileri teknolojiyle donatılmış, finansal yönden desteklenmiş, kesintisiz terörün bölgedeki yegâne karakolu olmuştur.

17 Eylül’de Hizbullah’a yönelik gerçekleştirilen ve şu ana dek ikisi çocuk olmak üzere onlarca kişinin hayatını kaybettiği ve binlerce sivilin yaralandığı saldırı önce çağrı cihazları üzerinden yapılmış, ardından telsizler üzerinden ikinci bir saldırı daha gerçekleştirilmiştir. Yöntem şaşkınlık yaratmış, çeşitli soru işaretlerine yol açmıştır. Nasıl yapılabildiğine dair teknik tartışmaların veya savaş suçu üzerinden meselenin hukukî boyutunun bir yerden sonra önemi kalmamıştır, zira bu devlet, terör eylemleriyle bir halkın yerlerinden edilmesi sonucunda kurulabilmiş, mevcut yasal düzenlemeleri de bu duruma uygun biçimde düzenlenmiştir.[1]

1965 yılında ABD Savunma Bakanlığı’na bağlı bir birim tarafından FM 5-31 koduyla yayımlanan “Bubi Tuzakları” başlıklı talimnamede[2], masa ve telefon rehberi gibi ofis malzemelerinden tencere ve çaydanlık gibi mutfak gereçlerine kadar, sıradan nesnelere nasıl bubi tuzağı yerleştirilebileceğine dair bilgiler yer almaktaydı. Bu tuzaklar işinin ehli görevlilerce doğrudan hedefe yönelik yerleştirilmekte veya asıl hedeften bağımsız üçüncü bir kişinin, kendisi durumun farkında dahi olmadan hedefe yönelik tetikleyeceği şekilde yerleştirilmekte, böylece eylemin arkasındaki asıl güç aklanmaktaydı. 1966 tarihli TM 31-200-1 sayılı bir başka talimnamede, kulağın yakınında patlatılan küçük bir patlayıcının ciddi bir yaralanmaya yol açabileceği belirtilmekteydi. Bu yöntem, 1996 yılında İsrail Güvenlik Teşkilâtı Şin Bet tarafından Hamas’ın baş bomba yapımcısı Yahya Ayyaş’ı öldürmek üzere kullanılmıştı. Tercihen kendisine ait bir telefon bulundurmayan Ayyaş, gerekli iletişim için arkadaşlarına ait telefonları kullanmaktaydı. Bu bilgiye erişen Şin Bet, çocukluk arkadaşlarından birinin akrabasını kullanarak, öncesinde bubi tuzağı yerleştirilmiş olan bir telefonu dolaylı yoldan Ayyaş’a ulaştırmış, Ayyaş bu telefona cevap verdiğinde ise telefon uzaktan patlatılarak suikast başarılı bir şekilde ifa edilmişti.[3]

Yani, gerek yöntemin kendisi gerekse İsrail tarafından kullanılması yeni değildir. Fakat saldırının ardından açıklama yapan İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, “yeni bir aşamaya” geçildiğini söylemektedir. Üzerinde durulması gereken nokta budur. Resmî bir doğrulama bulunmasa da, saldırının İsrail Savunma Kuvvetleri’ne bağlı Birim 8200 tarafından gerçekleştirildiği ortadadır. Söz konusu Birim, sinyal istihbaratı ve kod çözme alanında en seçkin kadrolardan oluşmaktadır ve ABD’deki Ulusal Güvenlik Ajansı’nın (NSA) muadilidir. Birimin amacını tarif eden Kobi Samboursky adlı “eski” ve seçkin bir üye, “Buradaki en önemli şey, her şeyin mümkün olduğu ‘yapabilirim’ kültürüdür,” demektedir.[4]

Her şeyin yapılabileceği hissi ve eylemi, istihbarat merkezlerinin ve dolayısıyla devletlerin önemine dikkat çeken azınlığa “komplocu” yaftası yapıştıranların ne denli tehlikeli sularda yüzdüğünü göstermektedir. Son yıllarda popüler hâle gelen ve aslında “geleceğin” bir ön gösterimi olan siber saldırı konulu dizi ve filmlerin varlığı küçümsenmemelidir, zira geçtiğimiz yüzyıldan beri kurgu ile nesnel gerçeklik eş güdüm hâlinde yaşanmaktadır.[5] Teknoloji ne denli akıllı olursa toplum da o denli akılsızlaşmakta; neyin gerçek, neyin kurgu olduğuna dair ayrım yapabilmek de giderek zorlaşmaktadır.[6]

***

2019 Ekim’inde Dünya Ekonomik Forumu öncülüğünde “Event 201” adlı organizasyonda “muhtemel” bir virüs salgını sonucunda milyonlarca insanın yaşamını yitireceğine dair bir simülasyon yapılmış, bundan bir süre sonra da Kovid-19 Pandemisi ilân edilmişti. Pandemi, iktisadî krizin derinleşen etkisinin kırılması amacıyla başlatılan bir biyolojik harp harekâtıydı. Bu harekâtın ardındaki ekip, daha sonra, ilki kadar gündemi işgal etmeyen (belki de etmesi istenmeyen?) bir simülasyon daha hazırlamıştı. “Concept 2021” adı verilen söz konusu simülasyon, bir siber “saldırı” sonucunda iletişim, ulaşım ve internetin felç edilmesiyle ilgiliydi ve bununla kıyaslandığı zaman, virüs salgını oldukça önemsiz kalacaktı.

Dünya genelinde yaşanacak birkaç dakikalık bir internet kesintisinin ne denli büyük bir felâkete yol açabileceğini hayal etmek dahi güçtür. Silâhlı ve insansız araçların dünyanın bir diğer ucundaki askerî karargâhlardan kontrol edilebildiği, koca savaş uçakları ve tankların bir santimetreden küçük elektronik çiplerle idare edilebildiği, “özgür” basın/medya da dâhil olmak üzere tüm bu teknoloji ve alt yapı sistemlerinin bir avuç insanın tekelinde olduğu düşünülürse eğer, meselenin ciddiyetini geri plâna iten tartışmaların kime hizmet ettiği aşikârdır.

Cep telefonlarından elektrikli otomobillere kadar, akıllı teknolojiler yalnızca bir gözetim aygıtı değil, aynı zamanda yamacımıza yerleştirilen silâhlardır da. Toplumun ezici çoğunluğunu zihinsel geriliğe ve tutsaklığa hapsedenler, yeri geldiğinde kişilerin tek bir tuşla ortadan kaldırılabileceği algısını zihinlere zerk etmenin peşindedirler. Hizbullah’a yönelik son saldırının “dışarıya” yönelik mesajı budur. Bu ortamda öncelikle yapılması gereken, Fatih Yaşlı’nın yönettiği muvazaa partisinin yaptığı gibi savunma sanayindeki “yoldaşlar” eliyle Türkiye burjuvazisine akıl vermek[7] değil, Türkiye’deki İsrail’e karşı mücadele etmek olmalıdır.

Tahir Yılmaz

20 Eylül 2024

Dipnotlar:

[1] Onur Şahinkaya, “İsrailli ‘Siviller’, Filistinli ‘Teröristler’”, 8 Ekim 2023, Sosyalizm.

[2] “FM 5-31 Booby Traps”, Archive.

[3] Nikita Mazurov, “A Brief History of Bobby-Trapping Electronics to Blow up”, 18 Eylül 2024, The Intercept.

[4] “Hezbollah pager attack puts spotlight on Israel’s cyber warfare Unit 8200”, 19 Eylül 2024, Reuters.

[5] 2011 yapımı Salgın filmi bu ön gösterimlerden yalnızca biridir.

[6] Güncel bir örnek olması açısından: Aylarca konuşulan ve tepki çeken Dilan ve Engin Polat çiftinin tahliye edildiği esnada herhangi bir tepkiye fırsat verilmeyecek şekilde Narin cinayeti toplumun önüne konmuş, bir süre öncesine kadar tüm öfkeyi üzerine çeken Polat çifti unutturulmuş, toplumun tamamı “Narin Cinayeti” adlı filmin olaylar örgüsüne hapsedilmiştir. “Suç örgütü üyeliği” ve “kara para aklamak” gibi suçlamalarla tutuklanan diğer sosyal medya fenomenlerinden bazıları da bu esnada tahliye edilmişlerdir.

[7] Ogün Eratalay, “İsrail’in ‘pager’ saldırısının düşündürdükleri”, 19 Eylül 2024, Sol.