Loading...

Ukrayna Operasyonunun Gösterdikleri


Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi bazı gerçekleri pekiştirdi. Bir kısım yalanı ifşa etti. Yeni bloklaşmaların örtüsünü araladı. Soldan sağa siyasal yapıların hâl-i pürmelalini açık etti.

Savaş belki de en net politik arenadır.

Balkan Savaşları’ndan hemen sonra, 1913 yılının ortasındaki aydınları, işçi önderlerini, sosyalistleri örnek alalım. Bu tarihte –pek mümkün gözükmese de– Birinci Dünya Savaşı’nın gelmekte olduğunu kestirebilseler dahi, Bulgaristan ile Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda ittifak kuracakları kimin aklına gelirdi?

Devletler, daha yeni içinden çıktıkları boğazlaşmaları bir kenara koyarak birbirlerini ikna etmeye girişmişlerdi. 1913’te Mustafa Kemal adında genç bir binbaşının Bulgaristan’a askerî ateşe atanmasının, Ali Fethi’nin elçiliğe gönderilmesinin bu faaliyetin parçası olduğu bugünden bakınca görülüyor. Devletin bu ekibinin (bu kuşağın) 1920/1921’de bir yandan batı cephesinde Sovyetik yapıyı tasfiye ederken, diğer yandan Sovyetler Birliği ile ilişkileri inşa etmesi, yine bugünden bakıldığında görülen inceliklerden.

Maharet vaktinde görüp tutum almakta. Tutumun yönü, ölçüsü ve ölçeği değişebilir. Bugün sosyalistler, kendi zayıflıklarına bakıp, “anlasak ne olur, anlamasak ne olur” türünden bir aymazlığa düşmemeliler.

Uluslararası siyasî dengelerin okunamaması, 1920/1921’de doğmakta olan sosyalist hareketi Karadeniz’de boğmuştur. Türkiye sosyalist hareketinin, doğum aşamasında yerli ve savaşkan unsurlarını kaybetmesi, bir yurtdışı tahsilli öğrenci kliğinin eline düşmesi, onun ilk elli yılını tayin eden polisiye/aparat pozisyonunu belirlemiştir. Sosyalist hareket, Türkiye yeniden kurulurken siyasal özne olamamıştır. Suphiler, katliama maruz kalacaklarını görememişlerdir. 1921’in ocak ayında işlenen cinayet, ancak mart ayındaki ikili anlaşmalardan sonra Sovyetler Birliği’nce kınanabilmiştir.

Bugün Ukrayna Savaşı’na devletler arası bloklaşmalar, sermaye fraksiyonlarının konumu ve bunların mücadeleye etkisi açısından dikkatlice bakmak gerekiyor.

Türk Devleti’nin Ukrayna krizinde aldığı role bakalım: Her iki tarafla da konuşan, bir tarafa çatışmaların ortasında aktif SİHA satan, diğer taraftan S-400 alan, buna rağmen ABD’nin silah ambargosunu aşmak üzere olan ve müzakereleri kendi ülkesine çekebilen bir rol.

Türkiye’ye müzakere süresince veya müzakerelerin hemen arkasından gelen hiçbir yabancı devlet yetkilisinin “muhalefetle” görüşmediğini öğreniyoruz; hani şu büyükelçiliklerin yakın zamana kadar allayıp pulladığı, kar kıyamet demeden peşinden koştukları muhalefet. Örneğin, yıldızı parlatılan Türkiye İşçi Partisi (TİP) bu gelişmelere rağmen, yeni dönemde bu muhalefetin iktidar, kendisinin ise ana muhalefet olacağı hayali kurabiliyor. Başkanı bu yönde demeçler veriyor.

Bu aldanma veya aldatma hâlinden çıkabilmek için “büyük siyaseti” tanımak lâzım; yoksa laf ebeliği yapmak için değil. Devletler arası siyaseti görmeyen, muhatap olduğu devletin manevra kapasitesini umursamayan sosyalistlerin payına rüzgârda savrulmak düşüyor.

Ölçeği biraz daha büyütelim. Rusya’nın Ukrayna müdahalesinin hemen öncesi ve hemen sonrasında Almanya’daki gelişmelerin bazılarına bakalım. Operasyon, Almanya içindeki çatlakları görünür kılmıştır. Çatışmaların başlamasından önce, ABD’nin ve NATO’nun yayılmacı çizgisinde olmadığı anlaşılan Alman Deniz Kuvvetleri komutanı tasfiye edilmiş, ABD’nin aparatı olan Yeşiller’in gerçek yüzü iyice açığa çıkmış, et ve diğer hayvansal ürün tüketimi karşıtlığı gibi politikalarının ardındaki politik bağlam Yeşiller’in söylemleri ile görünür olmuştur. Batı emperyalizminin ileri karakolu hâline gelen Ukrayna’yı by-pass eden Kuzey Akım-2 projesinin ardında yatan ittifak ihtimalleri de en azından üzerinde fikir yürütülür düzeyde bir netlik kazanmıştır.

Bu bağlamları görmeden, enerji/nükleer enerji tartışması, “Yeşiller” çizgisi, gıda politikaları, fon ağları hakkında sağlıklı fikir yürütülebilir mi? Bunların Türkiye içindeki politik temsilcilerine nasıl yaklaşılacağı kestirilebilir mi?

Söz gelimi, yakın zamanda fon tartışmalarında Medyascope’un adı sık geçti. Sonra bu kuruluş, Ukrayna Neo-Nazileri ile röportaj yaptığı ortaya çıkınca apar topar röportajını sildi; olay çok konuşuldu. Ama bu iki kanalın, yani Türkiye’den liberallerle Ukrayna’dan faşistlerin birbirlerini bulmalarında fon ağlarının rolü, daha doğrusu bu ağların asıl rolü üzerine kafa yormak, konuya eleştirel yaklaşanların aklına dahi gelmedi. İlginçtir, fon tartışmasını hatırlatmak, eleştirilere cevap verirken Ruşen Çakır’a kaldı.

Diğer yandan solun bir kısmı bu olaya bigâne kaldı. TİP yine örnek olsun. Aynı vakıfla ilişkili TİP’li milletvekili/gazeteci Ahmet Şık, Medyascope’ta sabah akşam boy gösterirken, TİP’in vaziyet alması beklenebilir mi?

Bu iki tutum alıştan ikisi de halkın yararına olamaz.

* * *

 “Dünya Avrupa’dan daha büyük bir şeydir.”

[Nehru, 1948, BM Genel Kurulu]


İkinci Dünya Savaşı sonrası 1945 konsepti, birkaç ayak üzerine kurulmuştu. Saldırmazlık, denazifikasyon ve denge. Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, Potsdam Konferansı, Nürnberg Yargılamaları 1945 yılında, hemen hemen aynı günlerde, yeni konsepti işaretleyen gelişmelerdi. Nazilerin izleri her alanda silinecek, güçlü devletler zayıflara saldırmayacak, sorunları BM çözecek, Güvenlik Konseyi’nin daimî üyeleri dengeyi sağlayacaktı.

Bu üçlüden en erken denazifikasyon terk edilmişti. Eski Nazilerin özellikle ABD’de gayri resmî istihdamı bir gerçekti. Almanya’da Konrad Adenauer’in Şansölyeliği döneminde, 1950’lerin sonuna gelindiğinde, özellikle Naziler için çıkarılan af yasaları sürecin sonunu getirmiş, devlet eski emektarlarıyla barışmış, hatta yeniden işe almıştır. 1950’lerde aynı zamanda Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (daha sonra AB) vücuda getirilmiştir. Nazizm karşıtı dönem kapanırken AB’nin temelleri atılmıştır. K. Adenauer, eş zamanlı olarak, bu sürecin de başındaki birkaç isimden birisidir. AB fikrinin nasıl bir zihin dünyasında mayalandığını bilmek, liberalizm ile faşizm arasındaki kısa mesafeyi teşhis etmek için şarttır.

Saldırmazlık ilkesi, denge durumunu mümkün kılan Sovyetler Birliği’nin varlığına bağlı olarak denazifikasyondan daha uzun süre ayakta kalabilmiştir. Sovyetler’in çözülme sürecini Birinci Körfez Savaşı karşılamış; saldırmazlık ilkesi nihayet NATO’nun Yugoslavya müdahalesi (1999) ile uluslararası ölçekte ciddi boyutta ihlâl edilmeye başlanmıştır. Yugoslavya müdahalesi, Afganistan, Irak, Suriye ve Libya müdahalelerinin yolunu açmıştır. Bu “müdahaleleri” gerçekleştiren saldırgan devletler, görünüşte BM Sözleşmesi’ne bağlıdırlar ve savaş için BM kararı gerekmektedir. Emperyalizm bu engeli eski bir araçla aşmıştır: Onlar savaşmamaktadırlar, “insanî müdahalede” bulunmakta; “demokrasi” getirmektedirler.[1]

Denazifikasyonun terk edildiği ortamda yeniden inşa edilen Avrupa’nın (ve onu Soğuk Savaş’ta yeniden inşa eden ABD’nin) öz çocuğu Alman Yeşillerinin Yugoslavya müdahalesini savunmakla başlayan ve giderek azgınlaşan saldırı yanlısı tutumları tarihsel sürecin bütün izlerini taşımaktadır. Bu akım, Ukrayna Savaşı’nda gerçek yüzünü tüm yönleriyle göstermiştir. Savaş kışkırtıcılığı, yeni dönem kapitalist söylemleriyle en net biçimde Yeşillerin ağzında birleşmiştir. Cem Özdemir’in “daha az et yiyerek Putin’e karşı savaşılacağı” söyleminden birkaç ay içinde kıtlık korkusunu dillendirme noktasına gelmesi ise savaşın gidişatının sonucudur.

ABD ve müttefiklerinin 1945 saldırmazlık düzenini açıkça ihlâl etmeye başladıkları 90’ların sonunda dizleri üzerine çökmüş görüntüsü veren Rus Devleti, 2000’lerden itibaren iç ve esasen içe dönük dış müdahalelerle vaziyeti toparlamıştır. Bu gelişmenin ilk büyük uluslararası etkisi ABD ve müttefiklerinin saldırı dalgasının 2008’de Gürcistan’da kırıma uğraması olmuştur. Rusya, 2014’te Ukrayna’da ABD destekli faşist darbe gerçekleştiğinde de ülkenin doğusunda vaziyet almayı bilmiştir.

2022 yılında başlayan Rusya’nın (kendi tabiri ile “özel harekâtı”) Ukrayna “müdahalesi”, bir yanıyla 1945 konseptine bağlıdır, zira denazifikasyon/demilitarizasyon iddiası taşımaktadır; bu yönüyle ahlâkî bir iddia barındırmaktadır. Batılı emperyalistlerin “demokrasi getirme” söylemine nazaran denazifikasyon/demilitarizasyon iddiası hukuksal temele de sahiptir. Ukrayna’daki Neo-Nazi hâkimiyeti ise Rusya’ya “gerçek bir olguyu” hedef tahtasına oturtmanın rahatlığını bahşetmektedir.

Diğer taraftan, Rusya’nın Ukrayna’ya savaş açması bir yanıyla 1945 konseptine aykırıdır; BM kararı yoktur. Ancak bu noktada da Rusya’ya karşı koyan tüm büyük devletler aynı yola saptıklarından dolayı Rusya’nın ahlâken sorgulanmasının etki yaratması mümkün değildir. Diğer yandan, Rusya’nın Ukrayna’ya savaş açmış olması 1945 konseptine yine de uygun düşmektedir çünkü BM Sözleşmesi’ne göre saldırıya muhatap olan ülkeler, BM harekete geçene kadar kendilerini savunmakta serbesttirler. Rusya, Minsk Sözleşmesi’ni çöpe atan Ukrayna’nın Donbass’a yapacağı saldırının, neticede kendi halkını hedeflediğini rahatlıkla savundu.

Bugün Ukrayna Savaşı’nda, Avrupa ve ABD’nin ahlâken sergiledikleri zayıf görüntünün ardında böylesi bir arka plân vardır. Bu zayıflığın bir diğer nedeni ise daha temelde ekonomi politikte yatmaktadır.

Fanon’un veciz ifadesi ile, “…rekabet en yerel taleplere bile neredeyse evrensel bir boyut kazandırır. Yapılan her toplantı, her baskı uluslararası arenada yankı uyandırır.” Fanon’un Soğuk Savaş dönemi için yaptığı bu analiz, diğer analizleri gibi sade ve çarpıcıdır. Soğuk Savaş’ın bir adım öncesine dönerek şöyle açar sorunu:

“1945’te, Setif’te ölen 45 bin kişi fark edilmeyebilirdi, l947’de Madagaskar’da ölen 90 bin kişi basında birkaç satırla yer alabilirdi, 1952’de Kenya’daki isyanı bastırma harekâtının 200 bin kurbanı nispeten kayıtsızlıkla karşılanabilirdi çünkü uluslararası çelişkiler yeterince net değildi.”[2]

Biz buradaki akıl yürütmeyi zamanından soyutlayalım, günümüze, sermaye fraksiyonları arası çelişkiye taşıyalım.

Rusya’nın Ukrayna operasyonunda finans kapitalin pek çok kepazeliği ifşa olduysa, bu ifşaat rekabetle açıklanabilir. 1945’ten bir adım önce Bretton Woods sisteminin temelleri atılmış ve uluslararası finans kapital, kapitalizmin bekası için gemlenmişti.[3] Bu sistemin çöküşü ve finans kapitalin hâkimiyeti yeniden ele alması, bugün neo-liberalizm olarak adlandırmaya çalıştığımız sürece yol açmıştır. Bretton Woods’un çöküşü Sovyetler’in çöküşünden öncedir; her iki çöküş, sonraki 30 yıl birlikte sonuç doğurmuştur. 

Gelinen noktada, pandemi dönemiyle birlikte görünür hâle gelen, finans kapitalin, kapitalizmin sürdürülebilmesi için yeniden gemlenmesi, sanayi burjuvazisinin inisiyatifi alması ve reel ekonomiye ağırlık verilmesi ihtiyacı, ilk görsel sonuçlarını Ukrayna Savaşı’nda vermiştir. Yukarıda bahsi geçen emperyalizmin 90’ların ikinci yarısından itibaren gerçekleştirdiği müdahalelerde bizzat finans kapital temsilcilerinin bugünkü kadar açık ve hızlı teşhir olmaması düşündürücüdür. Fanon’un yöntemiyle, ifşaatta rekabet aramak lâzım.

Ukrayna Savaşı, finans kapitalin kirli yüzünü Alman Yeşilleri ve ABD Başkanı Biden nezdinde ifşa etmiştir. Bugün liberalizm bayrağı altında toplanan çetenin nasıl bir çürümüşlük ve ahlâksızlık içinde oldukları, Başkan Yardımcısı Kamala Harris nezdinde –eyalet başsavcılığından başlamak üzere– içeride ve Başkan Biden ile oğlu Hunter nezdinde uluslararası plânda gözlenmektedir. ABD’nin 2014 Ukrayna darbesi, Biden ailesinin bu ülkedeki yolsuzluklarının üzerini örten ve sürdüren bir rol de oynamıştı.

İşin ilginci Biden, oğlunun başını çektiği yolsuzlukları mümkün olan en uygun anda savaşın tam ortasında ifşa ettirmiştir. Büyük sosyal medya devlerinin daha birkaç ay önce “komplo teorisi” diye yayılmasını engelledikleri haberler, şimdi ABD resmî makamları önünde kabul edilmektedir. Bu örnekte Ukrayna hadisesi, bize şu konuyu da açıkça göstermiştir: Bağımsız Batı kamuoyu diye bir şey yoktur; Batılı halklar büyük oranda bürokratik/resmî emir ve talimatlarla düşünmekte, oturup kalkmaktadırlar. Sokaktaki insanda oluşan Rus/Asyalı düşmanlığı, Ukraynalı Neo-Nazilere yönelen sevgi ve sevk edilen faşist birlikler, 1945 sonrası kısa süre gündemde kalan denazifikasyonu vaktiyle elinin tersiyle itmiş olan Avrupa’nın bugünkü gerçek yüzüdür. Batılı üniversite kürsülerinden orkestralarına kadar Rus kültürünün aforoz edilmesindeki hız ancak devlet faaliyeti ve bu faaliyete mutlak itaat gösteren toplumla açıklanabilir.

Yeşillerin, Harris’in, Biden’ın uluslararası çapta sergiledikleri ahlâksızlıkların, kaynağı elbette kapitalizmin seyriyle ilgilidir. Bu ahlâksız duruş; iş, medya ve fonlama ilişkileri vasıtasıyla kendisini ülke ölçeklerinde de göstermektedir. Ukrayna Savaşı’nda, Batılı ve Türk neredeyse tüm yerel medya organlarının hızlıca söylem birliğine girmeleri açık bir örnektir.

Yukarıda Medyascope’un içine girdiği ilişki ağına dikkat çekmiştik. Medyada çok yer almasa da savaş günleri, Ukrayna’nın Türkiye’ye “askerî malzeme satışı adı altında dolandırılmasından” dolayı nota vermesine de sahne oldu. İçişleri Bakanı ile çekilen fotoğraflar, Hande Fırat’ın eşinin gözaltına alınması, haberin detayları olarak kaldı.[4] Biden ailesinin girdiği işlerin yanında bu küçük vurgunun lafı olmazsa da ilişkinin yönü aynıdır.

Rusya’nın Ukrayna operasyonu, gelinen noktada, yekpare bir emperyalizmle karşı karşıya olmadığımızı da gösterdi. Savaş boyunca Rusya’nın ticareti Hindistan gibi doğu ülkeleriyle sınırlı kalmadı; Avrupa ülkeleri ya doğrudan ya da dolaylı ticareti sürdürdüler. Rusya ekonomisi süreçten güçlenerek çıktı. Ambargo lafta kaldı. İçinden geçtiğimiz günlerde Almanya’nın, ABD merkezli finans oligarşisinin etkisinden çıkma teşebbüsüne dair veriler mevcut. Doğudan batıya bu gelişmeleri anlamak için, yukarıda bahsi geçen güncel rekabet hesaba katılmalıdır.

Özetin özeti: Emperyalizm, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan dengeyi bile isteye bozmuş ve tabiatına uygun, yeni, ölçüsüz savaşlara girmiştir. Bu ölçüsüz savaşlara Gürcistan (2008), Suriye (2011 ve hâlen), Kırım – Donetsk (2014), Ukrayna (2014, 2022 ve hâlen) operasyonları ile gem vurulması klasik uluslararası/jeopolitik izahatları zorlayan ekonomi politik temellere sahip. En azından bu yönlü bir okumayı derinleştirmek şart, zira pandemi süreci ve sonrasında ekonomi sahasında gözlemlenen gelişmeler bu türlü bir okumaya ciddi sebepler sunmaktadır. Uluslararası finans kapital çetesinin liberalizm bayrağı altında yürüttüğü iğrençlikler, o veya bu nedenle, neticede ifşa olmuştur. Batı halklarının savaş dönemi sergiledikleri görünüm, yeni bir devrimci hareketlenmenin Batı’dan başlamayacağına işarettir. Bugünlerde NATO’ya global ölçekte, Rusya ve Çin’i hedefe oturtan yeni bir çerçeve çizilmeye çalışıldığı dile getirilmektedir ki bu beklenti, süreci Sovyetler’in çözülmesinden başlatan analiz ile uyumludur. Diğer taraftan finans kapitalin bağlarının çözülerek azgınca dünya halklarının üzerine salınmasından 50 yıl sonra, aşırı finansal büyüme ve neticede kapitalizmin girdiği sıkışma sorunun aşılma çabaları olarak da olaya bakmak mümkündür. Kapitalizmin bekası için, finans kapital fraksiyonunun Rusya’ya dövdürülerek dizginlenmesi ihtimalini gözden kaçırmamak gerekmektedir. Bu ihtimalde NATO’ya ve Rusya’ya yüklenen anlamlar değişmelidir; başka bir model üzerine düşünülmesi gerekecektir. Her iki ihtimalde de sorun dikkatlice etüt edilmelidir.

Deniz Kuzey

10 Ağustos 2022

Dipnotlar:

[1] Mustafa Suphi, 1912’de İtalya’nın Trablusgarp’a saldırması üzerine “aydınlatma görevi” söyleminin nasıl bir “istismar aracı” olduğunu gösteren bir broşür kaleme almıştı. Bkz. Hamit Erdem, “Doğumunun 140. Yılında Mustafa Suphi’nin Yaşamı ve Mücadelesi”, 15 Temmuz 2022, Sosyalizm.org.

[2] Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, Çeviren: Şen Süer, Versus Kitap, 2007, s. 79 vd.

[3] Detaylı izah için Bkz. İrfan Özgül, “Kapitalist Dönüşüm – II”, 17 Nisan 2022, Sosyalizm.org.

[4] “Ukrayna, dolandırıcılık suçlaması nedeniyle Türkiye’ye nota verdi”, 13 Temmuz 2022, Evrensel.