Yolunda AŞ


Çok değil, henüz daha bir yıl öncesinde, kendine “muhalif” etiketi yapıştıran hemen herkes “Tek adam rejimini yıkmak”, “Saray iktidarını devirmek”, “Parlamenter sisteme dönüş” nakaratları üzerinden konsolide edilmiş, Altılı Masa ve onun etrafına üşüşen solculara umut bağlamıştı. Orada Devlet eliyle muhalif kitleye yapıştırılan tokat, düzen içi yolların tükendiğine dair hissiyatın yükseldiği bir noktada yerini “zafer” havasına bıraktı.[1]

Bu “zafer”, elbette ki beraberinde bir sarhoşluğu da getirmiştir. Sarhoşluğun ardında, CHP’ye teslim edilen belediyelere eş-dost yerleştirmenin getirisi yatmaktadır. Bugün yukarıda anılan ve bir yıl öncesine kadar herkesin dilinde yer edinen söylemler rafa kaldırılmış, belleklerden silinmiştir. CHP’li İBB Başkanı’nın kendi liderine karşı giriştiği ve teşhir olunan hizip faaliyeti de belleklerden atılmış, buradaki ahlâksızlık hasır altı edilmiştir. Burjuva politikacılara yakışan bu çürümüşlük hâli, kitleler nezdinde normalleştirilmiştir. Müesses nizam, iki seçim arasında toplumu yeniden hizaya sokmuş, arzu edilen kıvama getirerek bir yıl öncesinde sunulan vaatleri esamesi okunmayacak şekilde toprağa gömmüştür. Toplum mühendisliği, başarılı ve incelikli bir şekilde icra edilmektedir.

Bilindiği gibi, başkanlık sistemi, 12 Eylül neoliberal saldırısının ardından Turgut Özal eliyle getirilmeye çalışılmış fakat bu düzeni hâkim kılabilmek Erdoğan’a nasip olmuştur. Başkanlık Sistemi, partiler üstü bir devlet politikasıdır ve buna kısmen de olsa karşı duran kişilerin tasfiyesi zaruridir. Bu anlamda, başarısını büyük oranda “Seni başkan yaptırmayacağız!” söylemine borçlu olan Selahattin Demirtaş’ın neden cezaevine konulduğu yahut yine bu sisteme karşı söylemleri ön plânda tutan Kılıçdaroğlu’nun neden kendi partisi içinde, üstelik de en yakınında duran isimlerin de dâhil olduğu bir şebeke eliyle tasfiye edildiği ya da o izlenimin verilmek istendiği düşünülmelidir. “Batı tipi bir sosyal demokrat” olan Kılıçdaroğlu, mevcut sisteme gerçekten karşı mıdır bilinmez ancak bu söylemin diri tutulmasının dahi istenmediği anlaşılmaktadır. Alevî kimliğine yönelik yapılan bilinçli vurgu, ona çekilen operasyonun meşrulaştırılmasını sağlamıştır. Operasyon, Özal/ANAP geleneğinden gelen, dolayısıyla başkanlık sistemiyle yani “tek adam rejimi”yle bir derdi olmayan Karadenizli bir müteahhit tarafından kotarılmıştır.[2] “Kentsel dönüşüm” adı altında bir yağma ve sürgün saldırısının harlandığı dönemde neden CHP içindeki Alevîlerin ayıklandığı, en azından pasifleştirildiği ve yerini Karadenizli müteahhit takımının aldığı sorgulanmalıdır.

Bir yumuşak geçiş mutabakatına varıldığı anlaşılmaktadır. Toplumdaki tüm öfkeyi üzerine çekerek paratoner işlevi gören Erdoğan, bu vasfını siyasî bir mevta olan Kılıçdaroğlu’na devretmiştir. Bir süre öncesine kadar “lider” gözüyle bakılan bir insan, bugün gerek iktidar gerekse muhalefet tarafından üzerinde tepinilen bir ceset hâline getirilmiştir. “Değişim hareketi”, bu yumuşak geçişle ilgilidir; iktidarın en önemli propaganda aygıtlarından biri olan Sabah gazetesinin CHP lideri Özel ile mülâkat yapması, “makama saygı” sözlerinin manşete taşınması[3]; aynı gün İBB Başkanı’nın eşi tarafından Emine Erdoğan’a yönelik bir çağrı yapılması, kendisiyle “ortak projeler” yapılmak istenmesi[4]; iki gün sonra İBB Başkanı’nın Britanya’nın emperyal yayın organı The Economist’e yazı yazarak “kutuplaşma” yerine “birleşme” vurgusu yapması[5] manidardır. Özel’in Saray’a gitme kararı ve Kılıçdaroğlu’nun da “Bu düzenin kurucusu sarayla müzakere edilmez, mücadele edilir,” demesi[6] bundandır. Uğur Dündar gibi “duayen” Atatürk tüccarlarının iktisadî politikalar dolayımıyla Mehmet Şimşek üzerinden hükümete övgüler yağdırması da aynı mutabakata dairdir. Bir de bu mutabakatın yaramaz çocukları vardır. Kurulan hayaller suya düşüp belediye meclislerine üye yerleştiremeyenler, İmamoğlu Şebekesi hakkında kimi haberleri servis etme yoluna gitmişlerdir. Bu arada, milletvekili ticaretiyle kesesini dolduran Akşener de tıpkı Sinan Oğan gibi dönemsel kayığını terk ederek ana gemiye dönmüştür. Onlar da Yolunda AŞ’nin daimî elemanlarıdır.

Erdoğan’ı “devireceği” sanılan İmamoğlu’nun yeni “tek adam” olarak hazırlandığı görülmelidir. Toplum, bir süre öncesine kadar tamamen karşı çıkılan ve tüm sorunların kaynağı olarak görülen bir sisteme CHP eliyle alıştırılmıştır. Muhtemeldir ki, halk, yeni Anayasa ve Kanal İstanbul gibi gündem maddelerine de yine zamanla CHP eliyle alıştırılacaktır. Bunların temeli çoktan atılmıştır.

İcazetini Britanya’dan alan İmamoğlu Şebekesi ve bir imaj çalışmasının ürünü olan Özgür Özel’in başta İstanbul olmak üzere ülkenin büyük bir bölümünde muazzam bir yıkım, sürgün ve sömürü harekâtına hazırlandığı görülmeli ve önlem alınmalıdır. İmamoğlu her gün bir başka ilçe belediyesini ziyaret etmekte, oradaki yöneticilerin tamamını kendi belirlemekte, yeterince güvenilir bulmadığı yönetimlereyse İBB’den müdür yahut başkan yardımcısı atamaktadır. İstanbul’un tüm kaymağı, ucu bucağı belirsiz olan maddî gelir havuzu, hâlihazırda bir başka tek adamın kontrolündedir. “Saray’dan kurtulmak” için çıkılan yol, o Saray’a bir başka şebekenin yerleştirilmesine yönelik hizmete dönmüş; “Saray”ın kendisi ise normalleştirilmiştir. Her iki şebekenin de kökü aynıdır. Halkın kafasına çay fırlatan Erdoğan ile halkın kafasına “Yâ Allah Bismillah” diyerek mesir macunu fırlatan[7] Özel arasında bir fark bulunmamaktadır. CHP tabanı, belediyelere kapak atmanın hayaline kapılarak tüm bu arsızlığa, gaflara, kayırmacılığa göz yummakta, suça ortak olmaktadır. Kaba bir hesapla, dört kişilik bir aileden bir kişiye belediyede iş verildiğinde, yani asgari ücretin en az iki katı bir maaşla ödüllendirildiğinde, ailenin tamamı oraya bağlanmakta, geriye kalan akrabalar ise bir gün kendilerinin de işe alınacağı hayaline kapılarak sesini çıkarmamaktadır. AKP tabanı yıllarca bu şekilde konsolide edildi; tarikat ve sendikalar eliyle örgütlenen iaşe faaliyetinin etkisiyse çorbanın tuzudur.

***

Bilindiği gibi, İstanbul Boğazı, tüm dünyada deniz yolcu taşımacılığının en yoğun olduğu yerlerden biridir. Pandemi günlerinde şehir içi ulaşımdaki yoğunluğu azaltmak için bir ara vapur ücretleri 5 kuruşa indirilmişti. Kararın altındaki imza, o dönem İBB’ye bağlı Şehir Hatları’nın Genel Müdürü olan Sinem Dedetaş’a aitti. Ancak, Üsküdar-Beşiktaş-Kabataş hatları o kararın dışında tutulmuştu. Bu hatlarda motorları çalışan ve AKP ile yaşıt olan Dentur Avrasya’nın sahiplerinden biri, Sinem Hanım’ın kayınpederiydi. Bir diğer özel şirket olan Turyol bu kararla zarar ederken, Dentur Avrasya ise süreci yara almadan atlatmaktaydı. Yani geniş kesimlerin karnını doyurmakta dahi zorlandığı bir dönemde Sinem Hanım’ın kendi maaşı emekçilerin vergileriyle ödenirken, o ise makamını kendi aile şirketi için kullanmaktaydı. Bugün İmamoğlu tarafından bu kişiye Üsküdar Belediyesi teslim edilmiştir ve kendisi en çok parlatılan kişilerden biridir. Esasında Sinem Hanım yalnızca tek bir örnektir, buna benzer sayısız örnek parti ayrımı gözetmeksizin burada sıralanabilir fakat bu örneğin tercih edilme nedeni, söz konusu teşhirin yukarıda anılan “yaramaz çocuklar” eliyle yapılmış olmasıdır.[8] Mesele tam da budur. Herkes yolunu bulmaktadır. Haber önemlidir ancak bir alışverişin ürünü olduğunu da görmek gerekir.[9]

***

Son 1 Mayıs rezaleti önemli bir göstergedir. CHP ve sendikalar bu yıl alışılmışın ötesinde Taksim’e çağrı yapmış, sol ve sosyalist gruplar da çağrıya uymuş hatta büyük bir kısmı onlardan önce davranmıştır. Plânlı bir koordinasyonsuzluk doğrultusunda Taksim’e ulaşmak isteyen kitle önce Saraçhane’de toplanmış, Unkapanı Köprüsü’ndeki Bozdoğan Kemeri önünde hazırlanan barikata götürülmüş, kendi aralarında dahi çelişkiye düşen CHP lideri ve İBB Başkanı’nın kameralar önünde göstermelik bir açıklamanın ardından alanı terk etmesiyle birlikte DİSK ve KESK yürüyüşten vazgeçtiğini açıklamış, meslek odaları da kararı uygun görmüş ve kitle âdeta polise yem edilmiştir.

Bozdoğan Kemeri’nin ardı İBB’dir. DİSK adlı otomobile binildiğinde, Taksim’e değil İBB’ye gidilir. Elbette KESK, TTB ve TMMOB gibi araçlarla da farklı güzergâhtan aynı adrese gitmek mümkündür. Özel’in açıklamasından önce Taksim’e çağrı yapan sosyalistlerin neden Saraçhane’de toplandığı sorgulanmalıdır. Esas saldırı, o sarı sendikalara mensup olan fakat Taksim’e çıkma ısrarı gösteren işçilere yöneliktir; toplamda barikatı aşabilecek, bir arada hareket edildiği vakit en azından fazlasıyla zorlayıcı olabilecek bir kitleye sahip olan EMEP, TİP, SOL ve TKP gibi muvazaa partilerinin saldırının gerçekleştiği kısma yanaşmadığı kendi yayımladıkları haber ve görüntülerde dahi görülmektedir. Yalnız tabanda fire verenler olmuştur; bu yüzdendir ki TKP, özellikle “kortejini dağıtmamakla” övünmüştür.[10] Mesaj, muhatabına gitmiştir.

Burjuvazinin yumuşak geçiş mutabakatı, emekçiye terör konsepti olarak dönmektedir. Sendika ağaları ve küçük burjuva/reformist unsurlar, tarafını bir kez daha göstermiştir. Solun seçim politikalarıyla 1 Mayıs tutumu arasında bir tutarlılık vardır. Sanıldığının aksine CHP, sendikalar ve meslek odaları kitleyi yarı yolda bırakmamış; gayet bilinçli bir şekilde polisin önüne atmış ve alandan uzaklaşmıştır. Her biri saldırı, gözaltı, ev baskınları ve tutuklamaların sorumluluğunu taşımaktadır.

Ertesi gün, Özel ile Erdoğan arasında plânlanan ve Saray’da olacağı dillendirilen görüşme AKP Genel Merkezi’nde gerçekleşmiştir. 8 yıl sonra ilk kez başkanlık düzeyinde gerçekleşen görüşmede yumuşak geçiş mutabakatı sağlanmış, yeni dönemin sinyali verilmiştir. Bir gün sonra yaptığı açıklamada görüşmenin “olumlu bir gelişme” olduğu vurgusunu yapan Erdoğan, siyasette yumuşama dönemine girildiğini söylemiş; Özel ise benzer açıklamaların yanı sıra, “depremle mücadele ve hazırlık” için bir bakanlığın kurulması ve talep edildiği takdirde kendilerinin de bakan yardımcısı verebileceklerinin de konuşulduğunu ifade etmiştir.[11] “Depremle mücadele”, bir sürgün harekâtına tekabül etmektedir. Burjuvazi tüm kollarıyla kenetlenmiş ve yeni dönemin adımlarını atarken kitleye hangi sınırlarda kalınması gerektiği mesajını vermiştir. Bugün o barikatın gerisine itilenler, yarın kentin gerisine itileceklerdir. Barikata yüklenmek için, önce barikatın önündeki kâhyalardan kurtulmak gerekmektedir.

Görüşmeden önce Kılıçdaroğlu’na oldukça “sert” bir çıkışla, “Lüzumsuz tartışmalarla birilerinin bitmiş olan kredilerini yeniden kazandırmak, tükenmiş olan siyasî geleceklerine yeniden umut olmak niyetinde değiliz,” diyen[12] Özel, görüşmenin arından “devirdiği” başkanıyla baş başa yemek yemiş, görüşmenin tüm detaylarını aktarmıştır.[13] Herkes yolundadır.

***

1 Mayıs 2024, mütevazı bir çaba olan Sosyalizm.org için de ikinci yılın geride kaldığı tarihtir. Selâm olsun çağrıya kulak verene, katkı koyana, okuyana, tartışana, eleştirene…

Tahir Yılmaz

5 Mayıs 2024

Dipnotlar:

[1] İrfan Özgül, “Seçimler ve Denge”, 5 Nisan 2024, Sosyalizm.

[2] Ekrem İmamoğlu, İstiklâl Harbi döneminde gösterilen başarıdan ötürü dönemin soyadı kanunu çerçevesinde bizzat Mustafa Kemal tarafından ‘Müdafa’ soyadı verilen aileden gelmektedir. 1980 öncesi MHP ve Ülkü Ocakları’nda yönetici pozisyonlarında olan aile, M. Kemal’in mirası olan soyadını ‘İmamoğlu’ olarak değiştirmiştir. Dedesi Demokrat Partili, babası ANAP’lı, amcası MHP’li, kendisi ise BBP’li olan Ekrem İmamoğlu, 2002 seçimlerinden sonra AKP’ye girmeye çalışmış, Beylikdüzü ve civarındaki AKP’li belediye başkanlarına maddî destekler sağlamış fakat soluğu CHP’de almıştır. 2009’da, CHP’nin Beylikdüzü İlçe Başkanı olduktan sonra dahi AKP’den Beylikdüzü Belediye Başkanlığı için şansını denemiş, beceremeyince yine CHP ile devam etmiş ve AKP’li başkanı devirerek Beylikdüzü Belediye Başkanı olmuş, oradan da bilindiği gibi İBB’ye zıplamıştır. Bu siyasî başarı, 90’lı yıllardaki köftecilik macerasından değil elbette; aile şirketi olan İmamoğlu İnşaat’ın yönetimine geçmesinde saklıdır. 1950 yılına dayanan inşaat şirketi, Beylikdüzü’ndeki site inşaatları ve lüks projelerle gündeme gelmiş; şirket büyüdükçe Ekrem İmamoğlu da siyasî yükselişe geçmiştir. İstanbul’un bir sürgün harekâtıyla emekçilerden arındırılması, yani merkezden çepere atılması; çeperden merkeze yükselen bir müteahhit tarafından gerçekleştirilmeye çalışılacaktır. Tarihin ironisi midir bilinmez ancak emekçilerin bu formasyona sahip bir politikacıya bu denli umut bağlamış olması son derece tehlike arz etmektedir.

[3] “Özgür Özel Yavuz Donat’a konuştu: Makama saygıdan asla taviz vermeyeceğiz”, 8 Nisan 2024, Sabah.

[4] “Dilek İmamoğlu: Emine Hanım’la birlikte projeler yapalım isterim; bizim birlikteliğimiz Türkiye’ye iyi gelir, bunu başarabiliriz”, 8 Nisan 2024, T24.

[5] “Ekrem Imamoglu on Turkey’s renewed faith in democracy”, 10 Nisan 2024, The Economist.

[6] “Kılıçdaroğlu: Sarayla müzakere edilmez, mücadele edilir”, 24 Nisan 2024, Sözcü.

[7] “CHP lideri Özgür Özel, mesir macunlarını halka saçtı”, 28 Nisan 2024, TGRT.

[8] Ege Galip, “Mesele Sinem Dedetaş değil, kurda kuzu emanet etmek”, 5 Nisan 2024, Sol.

[9] Benzer bir örneği yakın zamanda yapılan bir başka haberde de görmek mümkün: “Afrika’da tekelleşti, Sierra Leone’yi karanlığa gömdü: Kim bu Karpowership?”, 27 Nisan 2024, Sol. Karadeniz Holding’e ait yüzer elektrik santrallerinin Üçüncü Dünya ülkelerindeki faaliyetini konu alan haberde, ne hikmetse Küba’yla olan münasebetten tek bir kelimeyle dahi olsa bahsedilmemiştir. Bu esnada haber sitesinin genel yayın yönetmeni olan Yiğit Günay’ın Küba konusunda uzman bir kişi olduğu hatta bir süre orada yaşadığı düşünüldüğünde, neden o Türk şirketiyle Küba arasındaki ilişkiye değinilmediği merak konusudur! Şirketin Küba’daki faaliyeti ve genel olarak TKP (SİP) ile Küba ilişkilerine dair detaylı bir inceleme için bkz. “Türkiye ile Küba ilişkileri bağlamında TKP: İllüzyon ve İlişkiler”, 12 Mart 2023, Sosyalizm.

[10] “ANALİZ | İstanbul 1 Mayıs’ı: Ne yaşandı, niye yaşandı, sonucu ne oldu?”, 1 Mayıs 2024, Sol.

[11] “Erdoğan’dan da Özel’den de siyasette yumuşama mesajları”, 3 Mayıs 2024, Yetkin Report.

[12] “Özgür Özel’den Kılıçdaroğlu’na net mesaj: ‘Engel olma!’”, 5 Mayıs 2024, TGRT.

[13] “Özgür Özel’den Kılıçdaroğlu ile görüşme açıklaması: Detayların önemli kısımlarını paylaştım”, 4 Mayıs 2024, BirGün.